19 Ekim 2021 Salı

Yöneticiler neye inanır? / Matias Birrell / 2021

"%94 ten daha yüksek bulunurluk mu? İmkansız! Makul bir maliyetle sürdürülmesi mümkün değil". 

Genel Müdürlerle konuşurken bunu duymam ilk değil, son da olmayacak.. Elbette onlar zeki ve tecrübeli yöneticiler, elbette çeşitli çıkarımlara dayanarak hızlı karar veriyorlar ve kısıtlı zamanlarını fanteziyle harcamak istemiyorlar. 

Acaba karlı olarak %100 e yakın tamlık (fill rate) sağlanamayacağına olan bu inancın geçmişteki kökeni nedir? 

Tamlık (fill rate) nedir?

Lojistikte yaygın kullanılır, sipariş miktarını karşılamanın ölçüsüdür. En basit ve düz anlatımla tam olarak karşılanan kalem sayısının % cinsinden ifadesidir. Diyelim ki siparişteki iki kalem üründen biri 900 adet diğeri 100 adet olsun. Eğer bunlardan 800 adet ve 100 adet sevk ettiysek bu tanıma göre %50 tamlık sağlarız. O zaman tanımı sipariş adedini içerecek şekilde güncelleyebiliriz. Yeni durumda tamlık oranımız (800+100)/1000 = %90 olacaktır. Eğer 900 adetlik sipariş tutar bazında siparişin %50 siyse bu durumda tamlık oranımız (800/900)*%50+(100/100)*%50= %94,4 olacaktır.

Başka bir ifadeyle tamlık KPI (Kritik Başarı Kriteri) yoruma göre farklı anlamlar taşıyabilir, %50 - %94,4 aralığında değerler alabilir, yine de Genel Müdürler %94 ü inanılmaz bulur. 

Nasıl karar verilir?

Tüketici ürünleri üreten bir üretici ürünlerini toptancılar, distribütörler ve mağazalardan oluşan bir tedarik zincirine satıyor. Diğer emsal firmalarda olduğu gibi bu firmada da yöneticiler iyi eğitimli ve tüketici ürünleri sektöründeki maliyet optimizasyonu tekniklerini bilen kişilerdi: Hat dengeleme, min/max, ekonomik sipariş miktarı, güncel ABC tekniklerine göre birim maliyet hesabı,… 

Bu tekniklerin kullanımında kaçınılmaz sonuç talebi karşılayamayan kapasite, ve aşırı stoklardı. Aşırı stoklar temelde iki kaynağı tüketiyordu: Depo alanı ve işletme sermayesi. Kaynaklar tükenme derecesinde kullanımdayken stok artırmak işletme maliyetini hemen artırıyordu. 

Bunun tamlık oranıyla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Aşırı stok oluşumu verilen satış döneminde gerekenden fazla üretim yapıldığını gösterir. Bunun için üretim planı satış döneminden daha uzun vadeli alınmıştır, bu da ancak tahmin doğruluğuyla mümkündür. Tahmin hakkında kesin olarak bildiğimiz tek şey “yanlış” olduğudur, dolayısıyla kaçınılmaz olarak bazı ürünlerde yetersiz stok oluşur, tamlık oranı düşer. Aslında durum daha da kötüdür, bir ürün acil hale geldikçe üretim planı değiştirilir, kapasite ziyan edilir, hızlandırma maliyetleri (fazla mesai, uçak kargo,…) oluşur. 

Peki Müdürler bu kısır döngünün farkında değil mi?

Sorması, cevaplamaktan daha kolay.. Bunun kısır bir döngü olduğunu nereden bilsinler? Daha iyisi, operasyonu optimize edemediklerini nasıl bilsinler? Bütün yaptıkları prestijli üniversitelerde okutulan prensipleri ve sektörde bilinen “en iyi uygulamaları” takip etmekti…. Sektördeki bir çok firmada bir çok müdür de aynı şekilde çalışıyordu.. Senelerce süren optimizasyon çabalarıyla bu firma %94 tamlık oranına ulaşmıştı, bunu gerçekçi ve sürdürülebilir buluyordu. Ne zaman optimizasyonla geliştirmeye çalışsalar stoklar o denli artıyor, yok satmalar o denli çoğalıyordu ki sonunda bunu iyileştirmenin karlı olamayacağına, bir daha denemeye bile gerek olmadığına inanmıştılar. 

Bir çıkış yolu var mı?

Bu devrimcinin sorusudur. Tamlık oranıyla maliyet arasındaki tavizi reddedenin sorusudur. Dr. Goldratt çelişkileri kabul etmeyerek bilim insanının bu çelişkiyi giderene kadar düşünmesi gerektiğini öğretti. Genrich Altshuller aynı şekilde düşünerek, teknik sınırlamayı kaldırmaya odaklanan TRIZ sistemini oluşturdu. Bazı temel kavramları sorgulamak (yanlış olduklarını göstermek) için yöneticilere önceki iki yazımı okumalarını öneriyorum:  Refutation of line balancing ve MIN/MAX ve EOQ Yanılgısı

İş Yönetiminin bugünlerdeki ana sorunu organizasyonların sistemik yapısını fark edememektir. Burada sayılanlar sadece örneklerdir. Tamlık oranıyla ilgili yerel optimum sorununu çözmek için günlük fabrika ve tedarik zinciri kararlarının nasıl verildiğini sorgulamalıyız. Yanlış kararlara yol açan inançları, doğrularıyla değiştirebilmeliyiz. Neyse ki bir süredir bu yolda ilerliyoruz ve doğru politikaları biliyoruz. Son 30 yılda yüzlerce (belki de binlerce) firmanın maliyet-stok düşerken %100 e yakın tamlık oranına ulaşabildiğini gördük. 

Sistemik Düşünce fikrine alışmak neden bu kadar zor?

Yıllar önce Russell Ackoff kısa bir yazısında bu soruya cevap verdi. Biri genel diğeri özel olmak üzere iki sebep sıraladı. 

Genel sebep “hataların cezalandırılması” temelinde tecrübe ettiğimiz eğitim sistemiydi (okulda, üniversitede, iş hayatında). Hataları azaltmanın en emniyetli yolu hata yapma riski olan yeniliklerden uzak durmaktı. Dolayısıyla hayatta kalma içgüdüsü ve yenilik baskısı nedeniyle çoğu insan ciddi değişimlerden kaçındı. Sistemik Düşünce, Russel Ackoff’un kelimeleriyle çağın değişimiydi: Paradigma değişimi o denli büyüktü ki geniş bir kitlenin dünya görüşünü sarsıyordu. Ana akımla çelişen bir konu için risk almaya değer miydi? Savunmacı bir görüştür. 

Özel sebep, sistemik düşünce sunumlarında kullanılan jargonun çok yabancı gelmesi, anlaşılma zorluğuydu. 

Sunum jargonu kimi zaman tuhaf olabiliyor ama kanımca genel sebep daha belirleyicidir. 

Önümüzü kesen endişeler

Ölümünden önce Dr. Goldratt bitirmeye fırsat bulamadığı Yönetim Bilimi üzerine son kitabı için bir önsöz yazmıştı. Yazıda yöneticileri bloke eden üç endişeden söz ediyordu. Her yönetici bu üç endişeden kendine göre etkileniyordu.

  • Birinci endişe: Karmaşıklık (complexity). Dolayısıyla yönetici daha kolay anlaşılabileceğini / yönetilebileceğini düşünerek sistemi ayrı ayrı yönetilecek parçalara ayırır.
  • İkinci endişe: Belirsizlik (uncertainty). Dolayısıyla daha iyi kontrol edebileceğine inanarak daha çok detay toplamaya çalışır (tahmin!).
  • Üçüncü endişe: Çatışma (conflict). Dolayısıyla yönetici kaçınamadığı çatışmalarda taviz vererek çözümlemeye çalışır (optimizasyon!). 

Sonuç

Çok karmaşık iş deneyimi yaşarken, çatışma  ve karmaşanın basit şekilde çözüldüğünü daha önce görmemişken, belirsizliğin büyüdüğü ve büyürken sistemin karmaşasını giderek artırdığı bir ortamda Yönetici ancak eğitim-iş hayatında öğrendiği kesin doğru bildiklerine tutunabilir, bunlar artık neredeyse dogma haline gelmiştir. 

Okuyucuları kendi inançlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. En azından iş idaresiyle ilgili olanlara bakın, muhakemenize güvenin. Şaşıracaksınız. 

Orjinali Matías Birrell 08/10/2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder