19 Ağustos 2019 Pazartesi

KRİZ / Henry Kissinger / 2003 / kitap yorumu

Kanımca Uluslararası İlişkiler-Siyaset öğrencilerinin okuması gereken bir kitap. Arap-İsrail Savaşı ve Vietnam Tahliyesi dönemindeki görüşmeleri aktarıyor. Diplomatik lisan, devletlerin ilişkileri, dünyanın işleyişi hakkında ipuçları içeriyor.

İSRAİL - ARAP SAVAŞI

ABD ve SSCB yi yaramaz çocukların (İsrail, Mısır, Suriye) velileri ve diğer ülkeleri de apartmandaki komşular gibi düşünebilirsiniz. Çocuklar kavgaya tutuştuğunda tipik ebeveyn önce kavgayı bitirir ve sonra muhasebeyi yapar, değil mi? Bu örnekte öyle olmuyor....

1970 li yıllar, kırmızı hat var, internet-cep telefonu vb yaygın değil. Soğuk Savaş yılları... Nixon zamanı, bir tarafta Watergate iç siyaset krizi yaşanıyor, bir tarafta Vietnam kaosu devam ediyor, şimdi bir de YomKippur Savaşı başlıyor. ABD, İsrail'i yatırım yaptığı bir şirket gibi görüyor. Mısır ve Suriye ile diplomatik ilişkisi yok, bu iki ülke SSCB yörüngesindeler. Süper Güçlerin Orta Doğu ajandaları farklı. Petrol, taktik silahlarda üstünlük yarışı, diplomatik avantaj arayışı.. SSCB de Brejnev zamanı, 1962 Küba Krizinden sonraki günler.

Birleşmiş Milletler kurulmuş, Güvenlik Konseyi veto hakkına sahip 5 ülkenin liderliğinde, bir de Genel Kurul var. NATO görevde, Avrupa Birliği henüz yok, Almanyalar daha birleşmemiş... Hiyerarşi her hükümette belirgin, ABD de çeşitli ülkelerin farklı birimleriyle doğrudan bağlantısı olan bakanlıklar var, iletişim kolay değil, saat farkları sıkıntı yaratacak ölçüde belirgin.. İsrail ve Araplar birbirleriyle hiç bir zaman doğrudan temas etmiş değiller. Daha önce 3 savaş olmuş ve İsrail hep üstün gelmiş.

Askeri açıdan İsrail ABD teçhizatlı, az nüfuslu, küçük bir ülke. Arap ülkeleriyle çevrili, tecrit edilmiş, 1948 de kurulduğundan bu yana sürekli risk altında yaşamış, henüz 25 yıllık bir devlet. Suriye ve Mısır SSCB teçhizatlı, önceki yenilgiler nedeniyle gururları kırık, nüfus zengini, Arap devletlerinden destek bekleyen ülkeler. Mısır Süveyş Kanalı nedeniyle uluslararası önemde.

Savaş Müslümanlar için Ramazan ayının 10. gününde, Yahudiler için Bayram gününde iki cepheden birden baskın olarak başlıyor. İlk hafta Arap üstünlüğü var. Önce SSCB nin Araplara teçhizat-silah desteği başlıyor, bir süre sonra ABD de İsrail'e benzer destek sağlıyor. İkinci haftadan itibaren İsrail avantajı yakalıyor. Üstün durumdaki ilkeler ateşkesi istemiyor, savaşın sonunda İsrail, Mısır' ın 3.Ordusunu kuşatınca pazarlıklar hızlanıyor.

ABD ve SSCB savaşın başlamasına rağmen doğrudan ateşkes istemiyorlar, BM toplantısına bile mesafeli kalıyorlar. Her iki taraf da savaşanlardan birinin üstün duruma geçmesine zaman tanımak istiyor!

BM Genel Kurulu yerine, Güvenlik Konseyi toplantısını tercih ediyorlar. Toplantıya kimin davet edeceği, toplantının zamanı, toplantının gündemi, karşılıklı pozisyonlar, sürecin işleyişi hep müzakere konusu ediliyor.

Toplantıdaki bir soruya verilecek cevap alternatifleri diplomatik lisan hakkında ipucu veriyor:
Cevap vermeyelim, söz istemeyelim, söz alalım ama başka bir konuda konuşalım, bu konuda konuşalım ama özetle hiç bir şey söylemeyelim;
bir tasarı varsa pozisyonumuz veto etmek, veto etmemek, karşı çıkmak, karşı çıkmamak, sessiz kalmak, desteklemek, çekimser oy vermek...

Aralarında anlaşıyorlar, tiyatro performansı sergileniyor, İngiliz - Fransız - Çin delegasyonu yoklanıyor. Odak kısa vadede yaşanan savaş olmalıyken, ABD-SSCB ilişkileri ve uzun vadede çıkar çatışmaları oluyor. Piyonlar savaşıyor, insanlar ölüyor... Bu arada tasarılardaki - konuşmalardaki - bildirilerdeki kelimeler özenle seçiliyor, çeşitli kademelerde onaylanıyor, duyuruyu kimin - nerede - ne zaman - hangi medyayla yapacağı belirleniyor. ABD içinde başkan - senato - Demokrat / Cumhuriyetçi - Yahudi Lobisi - bakanlıklar arasında görüş farkları, çıkar çatışmaları, muhalefet yaşanıyor.

Oyalama-erteleme taktikleri tartışılıyor, saat farkları, iç siyaset, gereksiz sorularla yazışmaların uzatılması, yanlış anlamalar, sözde yanlış anlamalar, yüzyüze konuşma talepleri, "başkana soracağım" tavrı, toplantıya geç kalmalar, vaktinde başlamak ama oylamayı geciktirmek için meşgul etmek, istihbarat paylaşımları-farklılıkları, ....

ABD, İsrail'in destek çağrısına hemen cevap vermiyor, mecbur kalınca artan tempoyla hava köprüsü kuruluyor. Başlangıçta EL-AL sivil uçaklar kullanılıyor, yetmeyince kiralık uçak aranıyor ama hiç bir firma savaş bölgesine uçak yönlendirmek istemiyor, sonunda ABD nin C130 nakliye uçakları devreye giriyor, bunlara İsrailli pilotlar isteniyor, yakıt ikmali nedeniyle Portekiz açıklarındaki Azor adalarındaki üs kullanılıyor, bu da çeşitli onay prosedürü nedeniyle gecikmeler yaratıyor. Bir kere köprü kurulduktan sonra İsrail savaş sonundaki asi tavra girdiğinde kesmek kolay olmuyor.

Ateşkesi sağlamak için SSCB askeri fikrine ABD itiraz ediyor. Asker yerine gözlemci isteniyor. BM gözlemcilerinin ülkeleri de sorun oluyor, demir perde ülkeleri ve NATO üyeleri istenmiyor, Afrika vb ülkeler konu ediliyor.

İsrail kanalın Mısır tarafına geçtikten sonra savaşın seyri değişiyor. Kuşatılan Mısır ordusunun imhası ABD ve SSCB nin işine gelmiyor. İsrail ise mutlak darbe için ısrarcı. Ateşkes sağlansa bile yetmiyor çünkü çölde açlık-susuzluk var. Konvoy geçişlerine izin verilmiyor. Sonunda izin verildiğinde TIR şoförlerinin İsrail bölgesinde Mısırlı değil, BM - İsrail şoförü olması isteniyor. Abluka kaldırılırken askeri mühimatın imhası tartışma konusu oluyor.

VİETNAM TAHLİYESİ

ABD iç siyasetinde abartılı muhalefet olan bir dönemde yaşanıyor. Nixon' dan sonra yeni başkan Ford oluyor. Tahliye için gereken parayı kongre bütçeye koymayı red ediyor. Watergate sonrası çıkan yasalar başkanın re'sen hareketini çok kısıtlıyor. Saat farkı oldukça fazla. Kuzeyin ilerlemesi devam ediyor, Güney yetersiz, Saygon düşmek üzere. Saygon'a çok yakın mesafedeki Kamboçya' da Kızıl Kimmerler sorunu var. Saygon Havaalanı giderek emniyetsiz bir hal alıyor. ABD kuvvetleri ve devlet mekanizması arasında uyumsuzluk var, koordinasyon zayıf. Zamana karşı yarış başlıyor.

Tahliye sadece personel için değil, yüksek teknolojili ABD askeri malzemesini de komünistlerin eline geçmeden çıkarmak gerekiyor. Havaalanı tehdit altındayken kısa süreli bir ateşkes sağlanıyor ancak kapasitenin sınırlı olduğu ortaya çıkınca kurtarılmayı bekleyenlerde panik başlıyor, piste hücum edince uçaklar inemiyor. ABD li personel kadar ABD yi destekleyen Vietnamlılar da var. Tarihin en büyük helikopterli tahliye operasyonunda bir gecede 7000 kişi kurtarılmış, uçaklarla birlikte 50.000 kişi, daha önce kaçanlarla birlikte ABD ye göç edenler 138.000 kişiye ulaşmıştır. Bu insanlar için yıllarca sürecek milyarlarca dolarlık ABD ye uyum programları düzenlenmiştir.

ABD elçiliğindeki kayıtlara göre tespit edilen yaklaşık 30.000 işbirlikçinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Yıllar boyunca deniz yoluyla kaçmaya çalışan 400.000 kişinin akibeti belirsiz.

Vietnam'da yaşadığım 6 ay boyunca izlenimlerimi seyahat sekmemde bulabilirsiniz, konuyla ilgili bulduğum bazı linkleri paylaşıyorum:

https://www.rotadisi.com.tr/saygon-kacis/

https://www.rotadisi.com.tr/category/vietnam/

https://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com/2017/05/vietnam-amerikan-etkisi.html

https://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com/2015/03/israil-izlenimlerim-mart-2015.html

https://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com/2015/02/start-up-nation-israil-kitap-ozeti.html

https://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com/2015/02/israil-turkiye-karslastrmal-kalknma.html

17 Ağustos 2019 Cumartesi

Atatürk Etkisi / Sinan Meydan / 2018 / kitap özeti

Atatürk Etkisi haklıdır, halklıdır. Fikir ve eylem bütünlüğüdür. Kuldan birey, ümmetten millet, saltanattan cumhuriyet yaratmıştır. Kurucu ve kurtarıcıdır. Gençliğe Hitabede belirtildiği gibi   "özel" birini beklemeyeceğiz, biz yeteriz!

II.Abdülhamit mi?
Döneminde Osmanlı 1.600.000 km2 ye yakın toprak kaybetti. Yabancılara toprak satıldı.
Halifelik kozuna rağmen İslam Birliği sağlanamadı.
Düyunu Umumiye ve Jandarmalı Tütün Rejisine engel olunamadı.
1854-1914 arasında 42 dış borç anlaşması yapıldı.
Yerli bir tek şirket kurulmadı. Herşey "imtiyazlı" yabancı şirketlere teslim edildi.
Demiryolu yapacak şirketlere "kar garantisi" verildi.
Köylü - asker perişandı, donanma çürütüldü (adaların kaybedilmesine kadar tesiri oldu).
İstibdat-sansür-jurnal düzeni geldi, 30 yıl sürdü.

210 yıllık birikimi yok saymak, 142 yıl geriye dönmek
24 Haziran 2018 itibariyle Türkiye cumhuriyetten meşrutiyete geri döndü.
210 yıl önce 7 Ekim 1808 de II. Mahmut döneminde Sened-i İttifak yapıldı.
142 yıl önce 23 Aralık 1876 da II. Abdülhamit Kanuni Esasi ile Meşrutiyeti başlattı.
Bugünkü anayasamız oldukça benzer yetkileri tanıdı..
Bu dönemde sarayın uleması, bürokratları, paşaları oluştu.
Dayanağı yoksul-dindar halktı; şeyh-şerif-seyit-üfürükçü-tarikat hortladı.

Osmanlı böyle battı
Osmanlı'da, daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, yani 15.yüzyılda altın ve gümüş darlığı başlıyor. 1550 den sonra devlet akçeyi sürekli küçültmek zorunda kalıyor.
İlk büyük kıtlık 1494-1503 arasında yaşanıyor. Son büyük kıtlık 1873-1875 arasında görülüyor.
Kapitülasyonlarla yabancılara sadece ticari-ekonomik değil, aynı zamanda kültürel-dini-hukuki ayrıcalıklar da veriliyordu. Baltalimanı Anlaşması İngilizlerle yapıldı ancak öteki devletler de yararlanabilecekti!
1854-1875 arasında 21 yıl içinde 15 anlaşmayla kabaca 237.000.000 lira borçlandı ancak eline ancak 127.000.000 lira geçebildi...
1914-1922 arasında toplam enflasyon %1200-1700 civarındaydı!!

17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmasıyla kapitülasyonlar sona erdi. 1924-1938 arasında Türkiye' nin büyüme hızı %8 in altına düşmedi, enflasyonsuz ve çok az borçla kalkındık. 1923-1938 arasında 11 yıl bütçede gelir-gider denkliği sağlandı, 3 yıl ise gelir, giderden fazla çıktı. Merkez Bankasında altın ve döviz biriktirdik.

Bedelli askerlik, bedelsiz yurtseverlik
1846 da Bedel-i Şahsi uygulamasıyla askere gitmek istemiyorsan yerine birini gönderebilecektin.
1865 te Bedel-i Nakdiye geçildi.
Osmanlıda askerlik konusunda hep "eşitsizlik" ve "adaletsizlik" vardı.
1909 da İstanbul halkının da (müslüman ve diğerleri) askerlik yapması istendi.
1914 te Osmanlı hanedanı dışında kalan her erkeğin askerliği istendi. Bedelli devam ediyordu.
Kurtuluş Savaşında bize bu vatanı bırakanlar kodamanlar değil fakir yurtsever Anadolu insanıydı.
Atatürk'ün "Memleketin gerçek efendisi köylüdür" sözünün arka planı işte budur, sadece çiftçilik değil, senelerce kanıyla bu toprakları vatan yapanlara şükran ifadesidir.

Çanakkale - Kut - Kudüs - Afrin - Halep - Katma
Churcill, Mustafa Kemal için "kaderin adamı" demişti.
Kut Zaferi siyasi bir sonuç üretemediği için arka planda kalmıştır.
Kudüs 11 aralık 1917 de düştü, tam yüz yıl sonra Trump Kudüs'ü İsrail' in başkenti ilan etti!
Emperyalistten müttefik olmaz.
Liman Von Sanders'in ve özünde Enver Paşanın hatalarıyla dağılan orduyu Halep'te Mustafa Kemal tekrar düzene sokuyor.

Fahreddin Paşa'dan İsmet Paşa'ya kutsal emanetler
Sevr hükümlerine rağmen kutsal emanetleri Arap yağmasından korumak gayesiyle Fahreddin Paşa teslim olmadı, direndi. Sonuçta Medine düştü, emanetler trenle İstanbul'a ulaştırıldı ancak daha sonra Anadolu'nun müdafaasında kullanılacak nice asker telef oldu.
16 Mart 1920 de İngilizler İstanbul'u işgal ettiğinde Kuvayi Milliyeciler Topkapı Sarayındaki kutsal emanetleri İngilizler ele geçiremesin diye alıp sakladılar.
Lozan'da tüm ısrarlara rağmen İsmet Paşa geri adım atmadı ve kutsal emanetler bizde kalabildi.

Milli mücadelenin direniş ruhu
Milli Birlik, partisizdi fakat tek değil çok sesliydi. Bölücü değil, birleştiriciydi.
Emperyalizme, saraya/sultana, cehalete/bağnazlığa karşı verilen mücadeleydi.
Diktatörlük aldatmacası: Kendi isteğiyle süreli yetki istedi, meclis istediği zaman verdiği yetkiyi geri alabilecekti, meclis bu yetkileri 3 defa daha oylama yaparak uzattı, son uzatma Büyük Taarruz öncesindeydi ve "süresizdi", buna rağmen kendi isteğiyle yetkilerini meclise geri verdi. Hangi diktatör bunları yapardı?
Sakarya zaferdi, cumhuriyetse fikir..
1071 de Malazgirt ile vatan yapılan bu topraklar 1918-1922 arasında emperyalist işgal altındaydı ve Sakarya Zaferi - Büyük Taarruz ile tekrar vatan yapıldı.

Hedefteki Lozan
Yeniden meşrutiyete dönmek, aynı zamanda laik ulus devletten kurtulmayı gerektirir. Bu nedenle Lozan hedeftedir.
İtilaf devletleri Lozan öncesinde bizi Kurtuluş Savaşı galibi değil, I. Dünya Savaşı mağlubu olarak görüyordu.
Karşımızda Balkan Bloğu-Birleşik Avrupa Cephesi vardı, yalnız başımızaydık.
Başkan tayinini Atatürk yaptı, istememesine rağmen İsmet Paşayı görevlendirdi.
Ülke içindeki sıkıntı ve çalkalanmalar nedeniyle Atatürk bizzat katılmak istemedi, yakından takip etti.
İsmet Paşa Meclis tarafından belirlenen talimatlara sadık kalarak görüşmeleri sonuçlandırdı.
Haim Naum Efendi heyette hahambaşı olarak değil, lisan-ekonomi bilgisi nedeniyle yer alıyordu.
İsmet Paşa sair tehdit ve karalamalara rağmen Türkiye'yi fevkalade temsil etti.
Parola her zaman "tam bağımsızlıktı".
Görüşmelere talimata aykırı taleplerde ısrar üzerine İsmet Paşa ara verdi, ordu alarma geçti, İzmir limanındaki Fransız gemileri kovuldu, İzmir İktisat Kongresi düzenlendi.
Halifelik konusunu İsmet Paşa "iç mesele" olarak değerlendirerek tartışmaya açmadı.
Avrupalılar (Türkiye ve Yunanistan hariç) Lozanı geç (1924, 1926) onayladılar, yeni cumhuriyetin dayanamayıp yıkılmasını umuyorlardı.
ABD gözlemci olduğu için anlaşmayı imzalamaya hak sahibi değildi. ABD ile yine Lozan' da 6 Ağustos 1923 te bir anlaşma imzalandı ancak Senatoda 6 oy farkla red edildi.
Lozan süreli bir anlaşma değildir, Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Lozan var olacaktır.

Musul, Batum, Hatay, Kıbrıs, Mısır, Libya  Lozan' dan önce elden çıkmıştı. Lozan'a giderken Çanakkale ve İstanbul işgal altındaydı. Karaağaç bizde değildi. Ege adaları ve 12 ada 10 sene önce verilmişti. Musul'u Lozan'da kaybetmedik, 1918 de işgal edildi, 1925 te Şeyh Sait İsyanı vb neticesinde 1926 Ankara Anlaşmasıyla kaybettik.
Lozan'da Gökçeada, Bozcaada, Tavşan adaları ve Anadolu'ya 3 milden yakın mesafedeki ada-adacıkları aldık, Meis'i kaybettik. Yunanistan' a bırakılan adalarda hiçbir deniz üssü kurulmamasını sağladık. İstanbul'u kurtadık, Karaağaç savaş tazminatı olarak alındı. Lozan'da çözülemeyen Boğazlar ve Hatay konularını Atatürk daha sonra çözümleyerek Lozanı tamamladı. Misakı Milli sınırları dünyaya ilan edildi.
Lozan ile kapitülasyon bitti, çağdaş-laik hukuka geçildi. Saltanatın kaldırılması, mübadele ve laik hukuk birliği, peşinden cumhuriyetin ilanıyla Türk Ulus Devleti kuruldu.

Lozan I. Dünya Savaşından sonra imzalandığı halde 95 yıldır hala geçerli olan dünyadaki tek antlaşmadır. Lozan güncellenemez çünkü süreli değildir, ikili değil çoklu imzalanmıştır, kurucu belgedir-Türkiye'nin üniter yapısı değişmedikçe geçerlidir.

Türkiye'nin elini zayıflatan Lozan değil daha sonra yapılan ikili antlaşmalardır. 1950-1960 arasında Adnan Menderes-Demokrat Parti döneminde 54 adet ikili antlaşma yapılmıştır.

Yeni Türkiye
Osmanlıdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyetine Atatürk "Yeni Türkiye" demiştir.
CIA görevlisi Samuel Huntington 1996 da Medeniyetler Çatışması isimli kitabında "Yeni Türkiye" derken Atatürk mirasını açıkça red edecek bir lider bekliyor, siyasal-dinsel meşruluğu kendinde toplayan (halife gibi) bir oluşum istiyor. Yeni Osmanlı olarak tarif edilebilir.
CIA Ortadoğu masa şefi Graham Fuller 2007 de Yeni Türkiye Cumhuriyeti isimli kitabında Atatürk ve kazanımlarını açıkça eleştiriyor, mevcut yönetimi övüyor, Kadir Mısırlıoğlu çizgisinde ılımlı islamı istiyor.

Köy Enstitüleri
17 Nisan 1940 ta mecliste oybirliğiyle kabul edilmişti. O gün oylamaya 148 milletvekili katılmamıştı (Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi). Eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim formüllüydü, 21 enstitü kurulmuştu, İsmail Hakkı Tonguç'un eseridir. Uygulama esaslıydı, kuruluş harcaması devlettendi ancak sonrasında kendi üretimiyle yaşardı. Kültür, sanat, spor, yöre şartlarına göre çiftçilik, meyve-sebze, arıcılık, hayvancılık, vb serbest içerikliydi. Kuruluşundan 14 yıl sonra Demokrat Partinin çabalarıyla 1954 te kapatıldı ve imam-hatiplere dönüştürüldü.

Demokrat Parti zamanında ölçüsüz bir ABD yakınlığı başladı, çok sayıda ikili antlaşma yapıldı, hibeler-krediler derken uçak fabrikaları kapatıldı, ABD üsleri kuruldu, IMF geldi. Yandaş medya ve muhalefete sansür tavan yaptı.

Mussolini - Hitler
"Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler." Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels, 1932.
I. Dünya Savaşı sonrası komünizm endişesiyle sanayici ve toprak sahipleri faşizmi desteklediler. Faşistler demokrasiyi araç olarak gördüler ve bu destekle iktidara geldiler. Dış mihrak suçlamaları, kadının esas rolünün annelik olması, dini dayanak almaları, imparatorluk hayali, kendi milis teşkilatı, ırkçı ve yabancı düşmanlığı gibi ortak noktaları vardı.

2 Ağustos 2019 Cuma

Vespayla Selçuk-Şirince seyahatim

Temmuz sonunda Seferihisar'dan çıkıp günübirlik Selçuk civarında Yedi Uyuyanlar Mağarası - Meryem Ana Evi - Efes Antik Kenti - Çamlık Lokomotif Müzesi - Selçuk Efes Müzesi - Artemis Tapınağı - St.Jean Kilisesi - Ayasuluk Kalesi - İsa Bey Camii - Şirince civarında  Nesin Matematik Köyü - şarap tadımı - St.John Kilisesi - Torba'da Key Otomobil Müzesi niyetiyle 08:00 yola çıktım. Döndüğümde 18:00 di, 200 km yol yapmıştım.

Vietnam şapka kaskım ve güneş gözlüğümle başladım, aynı tshirt ve şortla günü bitirdim. Sele altında lastik tamir spreyim, yedek sigortalarım, yedek tshirt, küçük bir çanta vardı. Hava güneşli, sıcak, az rüzgarlıydı.

Önce Selçuk'a sahilden gittim. Yedi Uyuyanlar Mağarası tabelayı takip ettim, çok bakımsızdı, hikayesini anlatan bir pano güç bela bulabildim, TripAdvisor'da her 3 dinde aynı hikaye deniyor ama ben Yahudilikte bir benzerini hatırlamıyorum, İslam'daki benzeri de Tarsus - Eshab-ı Kehf mağarasında, bir de köpek var: Kıtmir. Burası bu haliyle ziyareti hak etmiyor.





Buradan Meryem Ana Evine gittim. Bu 3 dinde ortak hikaye sahiden. son yıllarını burada geçirdiğine inanılıyor. Virajlı, orman içi, cırcır böceği sesleri içinde bir yolun sonunda ulaşılıyor. Çok mamur, iyi bakımlı, huzurlu, sessiz bir ortamı var. Hediyelik eşya, cafe, tuvalet, jandarma asayişi sağlanmış. Uygun bir kılıkla ziyaret rica ediliyor, içeride Hristiyanlar hacı oluyor, küçük şapelde saygıyla ve sessizce, fotoğraf çekmeden dua ediyorlar. Ben de bir fatiha okudum. Dışarıda açık havada küçük bir kilise hazırlanmış. Mum yakmak için alev-rüzgar muhafazalı sunaklar (orman yangını riski var) düşünülmüş. Su kaynağı var, içme suyu akıyor. Kudüs'teki ağlama duvarı benzeri bir duvar oluşmuş, her dinden ziyaretçi dileğini, duasını bir kağıda yazıp diğerlerinin arasına sıkıştırıyor. Bana iyi geldi, serin ve huzurluydu.
 
 

 

 

Şimdi sıra Efes Antik Kentinde....
Girişte 72 TL bilet yerine 70 TL indirimsiz müzekart aldım. En çok uzakdoğulu turist var, daha sonra İspanyol ve Almanlar geliyor. Yerli Tur rehberlerimizle gurur duydum, hem tarih, hem anekdotlar, hem ev sahipliği, hem animasyon ve üstelik tüm bunları İspanyolca-Almanca-Çince (belki Japonca:) yapıyorlar. Çook sıcak, geniş bir ören yeri, mutlaka rehberle gezilmeli, İngilizce anlatan yoktu bana zor geldi, her bölümdeki panoyu okumaya çalıştım. TripAdvisor'dan önceden bakmıştım, sanırım bir yeri atlamadan gezebildim. İçeride su 6 TL, hazırlıklı gelmek lazım. Giriş ve çıkış ayrı kapılardan yapılıyor, dolayısıyla turla geldiyseniz araç diğer kapıya gitmeli veya yalnız geldiyseniz geçtiğiniz yoldan geri dönmelisiniz. Eski çağlarda deniz kenarında olan bir kent için fevkalade organizeymişler. Evler esinti alacak şekilde yamaçlara yapılmış, limana giden geniş bir gezinti caddesi var, açık pazar alanı düşünülmüş, gelen yolcular için limana yakın yerde hamam, umumi tuvalet, genelev bile yapmışlar. Hatta dönemin en önemli kütüphanelerinden birini de aynı yere kondurmuşlar. İddiaya göre akşam "okumak" için evden çıkan beyler kütüphaneden geneleve açılan dehlizlerden geçerek eğlenirlermiş. Kimse utanmasın diye yere bir ayak izi koymuşlar, yönünü takip edince malum eve gidebiliyorsun üstelik ayağını izin üzerine koyarak yeterince yaşlıysan (ayağın, yerdeki izi kapatıyorsa) kapıdan geri çevrilmeyeceğini de biliyorsun. O dönemde klozet icat edilmiş, sıra sıra adamcıklar, kadıncıklar yan yana oturuyorlar, ihtiyaçlarını görüyorlar, alttan akan su pisliği dışarıya götürüyor, koku olmuyor ve ön tarafta küçük bir havuz içinde temiz su var, temizlenerek çıkabiliyorlar. Dönemde terzi yok, erkek-kadın giyimi banzerlik gösteriyor, perdelik kumaşı vücuduna doladığında giyinmiş oluyorsun. Parlemento küçük ve oturanlar sahneye yakın, ön taraftaki sıralar mermer, arkadakiler taş ama bu VIP konusu değil, kötü restorasyon kazası sadece. Devasa bir amfitiyatro var, kazı devam ediyor. Hamamlar, çeşmeler derken gerçekten bir medeniyet varmış. Burayı gezenlerin mutlaka Selçuk' taki Efes Müzesini de görmelerini öneririm, bir çok buluntu muhafaza edebilmek gayesiyle bu müzede bir araya getirilmiş, birazdan aktaracağım.


 
 

TripAdvisor'da fark ettiğim yakındaki Çamlık köyünde yer alan Lokomotif Müzesine gittim. Buharlı lokomotif   Birinci Sanayi Devrimiydi, tarihte önemli bir noktaydı. Anayurdu demir ağlarla örüyorduk, raylı ulaşım olmayınca orduların ikmal sorunu çıkıyordu. Hicaz Demiryolu imtiyazı uluslarası bir kıymetti... Devasa makineler, sistemler... artık tarih olmuşlar.. Bir araya toplanınca insanın gözünde büyüyor, İngiltere'den ithal edilmiş koca makine hem de saatte sadece 28 km hız yapabiliyor! Günün sürprizi Mustafa Kemal Atatürk için özel olarak Almanya'da yapılan ve yurt gezilerinde kullanılan vagondu, duygulandım, Atamla birlikte foto çektim, ona el salladım. Keşke vagonun içi de gezilebilseydi...

 

Selçuk içindeki Efes Müzesini sunum ve ortam olarak çok beğendim. Müzekartla ücretsiz girdim. Cafe ve hediyelik reyonu güzeldi, tuvaletlerdeki erkek-kadın ikonları bile Efes dönemine göre seçilmişti :) Eserler güzel sergilenmiş, numaralanmış, bilgi verilmiş, kronolojik sıra takip edilmiş ve ayrıca Efes ören yerindeki bölümlere göre sınıflanmış. Bir kısmı açık havada müze avlusunda sergileniyor. Artemis tapınağından bulunan eserlerin sergisi etkileyiciydi. Burayı görmeden Efes Ören yeri anlaşılmıyor.
 

 

 

Artemis Tapınağı fevkalade pespaye durumdaydı, bir kaç yıkıntı ve bir bilgi panosundan ibaret kalmış, neyse ki müzede oraya ilişkin eserleri görmüştüm. Ülkemizdeki tarih bilinci gerçekten çok zayıf...

St.Jean Kilisesini ziyaret ettim. Meryem ananın emanet edildiği 12 havariden biriydi. Ömrünün son yıllarını o da burada geçirmiş. Adına yapılan kilise etkileyici büyüklükte ve güzellikteymiş, kazı devam ediyor.

 

Yanıbaşında Ayasuluk Kalesi var, ovaya hakim bir mevkiide kurulmuş, surlar sağlam durumda, Türk Bayrağı dikili görünce hoşuma gitti :)
 




İsa Bey Camiinde öğle namazımı kıldım, anladığım kadarıyla kiliseden devşirilmiş bir camii. İçerideki görevlinin kendi gayretiyle Kur'an tercümelerini hazır bulundurarak yabancılar için İslama davet çabasını takdir ettim.
 

Artık keyif zamanı, ver elini Şirince! Dolambaçlı, orman içi bir yoldan sonra köye geldim. Turist kaynıyor. Teyzeler oturdukları yerden tezgah bekliyor, soranlara cevap veriyor, laf yetiştiriyor. Yol boyunca dalından kendin toplayacağın şeftalilerin bir kasası sadece 8 TL. Köyün en manzaralı, en havalı yerinde St.John Baptist Kilisesi var. İçi güzel ışıklandırılmış, bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor, serin, huzurlu bir yer. Bahçesinde Tayland usulü dondurma satılıyor, dilek havuzu var. Elbette adım başı köy imalatı meyveli şarap tadım noktaları var, ben karadutlusunu sevdim, şişesi 35 TL. Dönüş yolunda vadinin üzerinden geçen ZipLine adrenalin sevenlerin mutlaka ilgisini çekecektir!
 

 

Şirince' deki Nesin Matematik Köyüne de gittim, bozuk satıhlı bir yoldan bir süre gidince ulaşılıyor, bazılarının söylediklerinin aksine bence sıcakta yürünemeyecek kadar uzun bir yol. Giderken kızlar Vespa için otostop çektiler, birlikte gülüştük, 30 sene önce olsa alırdım!! Nesin köyü doğal ortamında, ölçülü bir medeniyet sağlanmış (elektrik, kısıtlı wi-fi, su). Gençler kızlı, erkekli ve rahattılar. Ortam yurtdışındaki üniversite kampüsleri gibiydi, gençlerin şort-tshirt içinde bilgisayarda veya kara tahta başında matematik konuşmaları fantastik geldi! Etrafta uyuyanlar, tabildot yemek alanlar, sohbet edenler, hamama gidenler, açık hava amfilerde Ali Nesin ile ders yapanlar, ... çok orjinaldi. Çadırlarda, koğuşlarda kalıyorlar ve gördüğüm kadarıyla kimse şikayetçi değil. Yanlışım oksa yemek - temizlik - vb işlerde dönüşümlü olarak çalışıyorlar aynı zamanda.. Kimsenin bana "kardeşim sen kimsin, niye fotoğraf çekiyorsun?" falan şeklinde bulaşmamasını da yadırgadım..
 

 

 

 

Buradan çıkışta Torbalı' daki KEY Otomobil Müzesine gittim ancak 7 dakikayla kapanış saatini kaçırınca eli boş döndüm.

Vespa ile gezmeyi sevdim...