Akademik bir yazı değildir. Herhangi bir firmanın aleyhine veya lehine de değildir. Bu yazıda geleneksel Bayilik Sözleşmesine bakalım, ikinci yazıda da başka bir alternatif araştıralım.
Tipik Bayi
Sözleşmesinin ana unsurları aşağıdaki gibidir:
·
Bayi, Şirkete teminat verir veya kredi limiti
belirlenir.
·
Bayiye belirli bir dönemde belirli bir miktar
alım şartı getirilir (miktar kotası / değişken iskonto oranı).
·
Bayinin aşırı stoklu ürünleri iade hakkı
yoktur.
·
Bayi re’sen kendi stokundaki ürünler için
promosyon yapamaz.
·
Şirket, Bayinin istediği ürünü temin
edemediğinde herhangi bir cezai şart yoktur.
·
Kira, dekorasyon, personel, uygunluk
denetimleri, personel, ürün navlunu, … Bayiye aittir.
·
Bozulan, hasar gören, son kullanma tarihi geçen
ürünler Bayinin sorumluluğundadır.
Bu şartları adil buluyor musunuz? İster oto satış bayii, ister süpermarket, ister giyim toptancısı olsun bu şartlarla Şirket ve Bayi birlikte memnun olabilir mi?
Perakende zincirinin kendi mağazaları / franchise mağazaları VE toptancılar da bu çerçevede düşünülebilir.
Bayinin
karşılaştığı zorluklar:
·
Başlangıç maliyeti yüksektir, iş tutmazsa ilk
yatırımın batma riski vardır.
·
İş hakkında deneyimli değilse ürün gamı
oluşturmak zordur.
·
Deneyimli olsa bile stok yönetimi zordur;
sezonluk-tazelik-promosyon-lokasyona uygunluk….
·
Satılmayan ürünler nedeniyle Teminat/Kredi
limiti sıkıntısı yaşanabilir.
·
Bu sıkıntı nedeniyle satan ürünleri temin
etmekte zorlanabilir.
·
Satan ürünleri Şirketin gönderemediği hallerde
yok satma nedeniyle ciro kaybına uğrar.
·
Dönemlik alım miktarı şartı dönemlik satıştan
fazlaysa sürekli stok birikir.
·
Biriken stok için daha büyük depo alanı, daha
yüksek teminat/kredi limiti gerekir.
·
Aşırı stoklu ürünler zaman içinde bozulur/çürür
ve bunların maliyeti Bayinin üzerine kalır.
·
Aşırı stoklu ürünleri eritecek lokal promosyon
yapamaz, Şirkete iade edemez.
·
Uzman personel, Tahmin-Optimizasyon yazılımı vb
için bütçesi yeterli değildir.
Şirketin
karşılaştığı zorluklar:
·
Yüksek başlangıç maliyeti nedeniyle yeni bayi
bulmak güçtür.
·
Bu maliyeti sübvanse etmek Şirket için
maliyettir.
·
Bayilerin Teminat/Kredi Limiti dolduğunda
dönemlik zorunlu alımı dahi yapamazlar.
·
İnsiyatif kullanarak dolu limite rağmen Bayiye
ürün verilirse tahsilat riski doğar.
·
Bu miktarda alım yapılacağı tahminiyle Şirket
üretmiş veya satın almıştır, dolayısıyla stoklar artar.
·
Yeni ürünlere Bayiler isteksizdir, yeni ürünü
tezgaha koymak zorlaşır.
·
Bayiler sadece satan ürünleri talep eder,
şirketin ürün gamı tezgaha ulaşamaz.
·
Son kullanım tarihi geçen ürünler Bayilerde
satılıyor olabilir, takibi zordur, itibar riskidir.
·
Bazı ürünler bir Bayide stoktayken başka bir
Bayi için Şirket yeni üretim / satınalma yapabilir.
·
Promosyon kararı Şirket veya seçilen Bayi için
alındığında diğer Bayilere uygun olmayabilir.
·
Şirketin tahmin çalışmaları depo çıkışlarını
esas alır ancak bu çıkışlar henüz “satılmamıştır”, dolayısıyla zaman içinde tahmine
esas veriler “kirlenir”.
·
Sonuçta Şirket ve Bayilerde stok seviyesi
yükselir, bazı ürünlerde aşırı stok varken bazı ürünlerde yetersiz stok
görülür.
·
Şirket ihtiyaç fazlası üretim / satınalma
yapar, doğal kıt kaynakları israf eder, gereksiz yere fazla mesai yapar,
maliyeti yükselir.
·
Şirketin belli dönemlerde istenen ürünü
veremediğini fark eden bayiler erkenden ve büyük miktarlarla sipariş vererek
kamçı etkisine neden olurlar.
Geleneksel ve yaygın olan
iş pratiğinde aslında tüm taraflar için kayıp var.
·
Bayi: açması zor, sürdürmesi zor,
·
Şirket: bayi bulması zor, stok yönetimi zor,
·
Müşteri: aradığını bulamayan, bulduğunda beklemek zorunda kalan.. zor,
·
Sürdürülebilirlik: israf-aşırı üretim-hızlandırma çabası… zor,
·
Devlet: artan stoklar ve azalan satışlar nedeniyle vergi kaybı var, zor…
Peki neden bu şekilde devam ediyoruz?
·
Üniversitede tahmin-optimizasyon-maliyet
muhasebesi .. öğretiliyor,
·
İş hayatında iş arkadaşlarımız, amirlerimiz
hatta rakiplerimiz bu yöntemleri kullanıyor,
·
İş hayatında karşılaştığımız yazılımlar,
danışmanlar, en iyi uygulamalar, kongreler… bu doğrultuda,
·
Yaşanan “kötü sonuçlar” bir şekilde
kanıksanmış, her yerde benzerleri olduğu için normalleşmiş,
·
Herkes değişim istiyor ama kimse değişmek
istemiyor,
·
Hiç kimse bu yöntemlerle edindiği
maddi-manevi-organizasyonel gücünü riske atmak istemiyor,
·
Yeni fikirleri “referans sorarak” öldürmek çok
kolay (oysa fax, fotokopi, dijital fotoğraf makinası, otomobil,…. piyasaya
çıktığında referansı yoktu)
·
Yeni fikir başarılı olursa bunu “yıllardır
birlikte çalıştığımız ve bize güvenen” insanlara nasıl açıklarız?
·
…. liste uzatılabilir.
Throughput Accounting / 1998 / Thomas Corbett ' ten özetleyerek ve küçük ilavelerle aktarıyorum.
Adam Smith paradigmayı “paylaşılan varsayımlar” olarak tanımlar, bir paradigmanın içindeyken diğerini gözünde canlandırmanın zor olduğuna işaret eder. Balık için su neyse, bizim için de paradigma odur. Hareketlerimizin sınırlarını ve sonuçlarını belirler. Herkes aynı suyun içindedir, sudan çıkarsak ölürüz, daha hızlı gitmek için daha çok çalışmalıyız, yem verenler bizi avlamaya çalışıyordur,...
Thomas
Kuhn “paradigma değişimi bir devrimdir” derken bunun
zorluğuna vurgu yapar. Kuhn’ a göre paradigmayı güç sahipleri değiştirmez,
onlar mevcut paradigmadan nemalanmaktadırlar. Paradigmayı ancak “neyin
yapılamayacağını henüz bilmeyen” iki profilin değiştirebileceğini söyler:
·
GENÇ – yeni mezun, paradigmadan haberdar ama henüz içselleştirmemiş
biri, sürekli olarak hiç bir şeyi bilmediği söylenerek engellenecektir. Maalesef
üniversitelerimizde tamamen eski paradigma öğretildiği için bu kaynağı daha
başından kurutuyoruz. Ayrıca “daha yeni geldin (!)” engeli koyuyoruz.
·
YAŞLI – eski paradigmada tecrübeli ancak tamamen alan değiştirmiş
(sağlıktan talaşlı imalata, akademiden özel sektöre gibi) biri, sürekli olarak
bu sektörde işlerin öyle olmadığı, anlamadığı söylenerek eleştirilecektir.
Devrimcilerin kaybedecek bir şeyleri yoktur ancak eski paradigmadakilerin her şeyi düzenin devamına bağlıdır. Ne kadar uzun süre ve ne kadar yüksek rütbeyle eski paradigmada kaldıysanız o kadar sert direnç gösterirsiniz. Bir gün paradigma hükmünü tamamen kaybeder ve herkese, her şeye rağmen yine de değişir.
Değişim ne kadar iyiyse, oluştuğu şartları o kadar hızlı değiştirir ve kendi kendini geçersizleştirir (Maliyet Muhasebesi bir dönemin fenomeniydi, sanayi devrimini hızlandırdı, büyük firmaların oluşumuna zemin sağladı, ancak "dolaylı giderlerin eser miktardan yüklü miktara yükselişini görmezden gelince" geçersizleşti). “Geçmişte yapmıştık işe yaramıştı, yine yarayacak” zannıyla vakit kaybedilir, artık şartlar değişmiştir. Dolayısıyla geçerli tek strateji aslında “sürekli adaptasyondur”.
Taylor’ un Bilimsel Yönetim hareketinin İlk Sanayi Devrimine yol açması gibi, Kısıtlar Teorisi de bir sonraki safhanın kapısını aralamıştır. Goldratt yaşlı, tamamen alan değiştirmiş (akademiden özel sektöre) ve çağdaşları tarafından çok eleştirilmiş haliyle tipik bir paradigma değiştiricisidir.
Henüz eski paradigmada olup hâlâ rekabetçi olabilen şirketlerin tek şansı rakiplerinin de hâlâ eski paradigmada olmasıdır!
Sizin paradigmanız hangisi? Gelecek yazımızda VMI-Tedarikçi Yönetimli stok konusuna yer vereceğiz.
Yeni paradigmaya uygun perakende
çözümü TOC Replenishment için FILLRATE100 bakabilirsiniz,
o
o
ücretsiz bir ay test edebilirsiniz.
Kazanmanın coşkusu kaybetme korkusunu aştığında dönüşüm
başlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder