Faith etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Faith etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2023 Pazar

Qualityland / Marc-Uwe Kling / 2020 / kitap özeti-yorum

Yapay zekaya bağlı algoritmaların yönettiği distopik bir dünya anlatılıyor. Yaşadığımız zamandan, ülkeden izler fark edilebiliyor. Ülkede bir seçim var, adaylardan biri sağcı, diğeri android! Düşündüren sorular içeriyor..

  • Kişilerin soyadları kadınlar için annelerinin, erkekler için babalarının mesleği olarak veriliyor.
  • Herkesin dijital asistanı var, kimse "yalnız" kalmıyor, arama robotları talimatınızı beklemeden aklınızdan geçenleri arıyor, buluyor, servis ediyor.
  • Okullarda tarih (geçmiş) dersleri kaldırılarak yerine gelecek dersleri koyulmuş.
  • Kulaklık benzeri ancak kulak içine girerek enerjisini kandan alan araçlarla dijital asistana 7/24 ulaşılabiliyor.
  • Kişilerin tüm hareketleri çeşitli çevrimiçi sistemler tarafından izleniyor, vatandaşlık statü seviyesi uygulanıyor, seviye yükseldikçe sağlanan imtiyazlar (polisin kusurlarını görmezden gelmesi, trafik ışıklarını değiştirme becerisi, ...) artıyor. Arkadaşlıklar, iş fırsatları vb buna bağlı olarak şekilleniyor. Çok fazla cips-alkol tükettiğinizde seviyeni düşüyor, sağlık sigorta priminiz yükseliyor....
  • Bebek yapmak yerine "daha üstün genetik malzemeli" bebek sipariş edilebiliyor, doğumdan önce ücreti mukabilinde "upgrade" yapılabiliyor.
  • Acaba makinalar korkabilir mi? Depresyona girebilir mi? Talimata aykırı davranabilir mi? (Bir tatbikatta yapay zekalı SİHA önce "vur" emrini geciktiren komutanı, ardından da hedefi vurarak "görevi tamamlıyor"(!))
  • Araçlar otonom, çevrimiçi oldukları için kazalar azalmış, araç sayısı azaltılarak park-trafik-kirlenme konusunda iyileşme sağlanmış.
  • Kişiler "uygun" eşlerini algoritmayla belirliyor, kolayca ayrılıyor, kolayca yeniden başlıyorlar.
  • Tüm ülkede Amazon benzeri tek - en büyük - rakipsiz bir e-ticaret sitesi var, drone ile teslimat yapıyor, aklındaysa kapında(!) üstelik sipariş vermen gerekmeden... ürün iadesi yasak çünkü gelen ürün bilinçli veya bilinçaltından veya önceki tercihlerinizden veya profiliniz-statünüz uyarınca "size uygun görülmüş".
  • Süper bir yapay zeka bugüne kadarki tüm bilgi birikimine erişebilir (omniscient, ezeli), mevcut çevrimiçi tüm sensör-sistemlerle bağlantılıdır (omnipresent, farkında) ve bu sistemlerle etkileşimli, kontrol edebilir (omnipotent, muktedir) yapısıyla neredeyse TANRI konumlu olacaktır.
  • Bu yapay zekalı TANRI bizi bir ölçüde sevebilir, nefret edebilir veya ayrımcılık yapmayabilir.
  • Ülkede iki parti var; iktidarda olan Gelişim (Progress) Partisi, diğeri de hiç bir zaman iktidar umudu olmayan Muhalefet (Opposition) Partisi :) Gelişim Partisi başkan adaylığı için android gösteriyor! Muhalefetteki sağcılar isyan ediyor...
  • Terminatör filminde makineler silahlı mücadeleyle dünyayı kontrol ediyordu, burada seçimle gelmek üzereler...
  • Hiç hata yapmayan, ahlaksızlığı olmayan, yalan söylemeyen, objektif olan, çok miktarda datayı kısa sürede çözümleyebilen bir yapay zeka "herhangi bir insandan" daha iyi yönetebilir mi?
  • Bu tuhaf ülkede de terörist gruplar var, ihmal edilen kırsalda yaşıyorlar, otomasyon nedeniyle işlerini kaybeden, sosyal seviyeleri 10 dan düşük olan (işe yaramazla (useless) sınıfı) bu insanların terör eylemleri makinaları kırmak-parçalamak...
  • Seçim sonucunu belirleyen "mantıkla" yönlendirilebilen seçkinler değil, "duygularla" yönlendirilebilen çok sayıda işe yaramazlardır!!!
  • Trol kavramı var, gönderi başına ücretlendiriliyor, detaylara takılmayan-inanmaya hazır-mantık gerektirmeyen gönderilerle iş yapılan sağcı profili yönlendirmek daha kolay...
  • Seçimler açık oy açık sayım, çevrimiçi, yüz tanıma sistemli yapılıyor.
  • Bu dünya bugünkü gibi tüketim odaklıdır, sürdürülebilirlik yerine süreklilik ön plandadır, "to make the markets fly, we just have to buy! so never share and don't repair!" tekerlemesiyle tüketim özendiriliyor.
  • Devlet destekli tüketim botları var, algoritmaya göre rastgele ürünlerden alım yaparak ekonomiyi canlı tutuyor! 
  • İslamofobi önyargı olarak az gelişmiş komşu ülkelerin silahlı saldırganları için tekrarlanıyor.
  • Göçmenlerin gelişi endişesi var. Radikal uyarısı var.
  • Anlamlı bir iş yapabilmek her insanın hakkıdır, her durumda herkese asgari bir vatandaşlık maaşı bağlanmalıdır.
  • Android aday artan verimliliğin işsizliğe neden olduğunu, oluşan kazancın topluma adil dağıtılamadığını, insanların "sürdürülebilirlik" gibi ortak ve yapıcı bir amaca sahip olması gerektiğini söylüyor.
  • Vergi sistemini finansal kuruluşlar-büyük kuruluşlar başta olmak üzere yeniden yapılandırarak asgari vatandaşlık ücretinin finanse edilebileceğini belirtiyor. Negatif faiz verilerek finansal sektörden değil, reel sektörden para kazanılması sağlanmalıdır.
  • Herhangi bir konuda "sistemden" başka sorumlu bir kişi bulunamıyor!!!

30 Mayıs 2021 Pazar

Biz / Yevgeni Zamyatin / 1924 / kitap özeti

Sürgün bir yazar, yazıldıktan 2 sene sonra İngilizce tercümesi basılmış. Ancak 1952 de orjinal Rusça dilinde ve ancak 1988 de Rusya'da yayınlanabilmiş! 

Belirli bir ülke değil, sanayi toplumunun ötesi anlatılıyor, distopya. Sürükleyici bir roman. Biraz konuyu aktaracağım, çokça alıntılarımı sıralayacağım.

Camdan duvarları olan apartmanlarda, tüm mobilya da camdan, birbirimizden gizlimiz saklımız yok! Aramızda koruyucular var, onlar bizi sever, zararlı akımlardan korur (!) camdan duvarlar her şeyi bilmelerine yardımcı olur. Ayrıca jurnalciler kahraman kabul edilir. Tüm mektuplar Koruyucular gördükten sonra dağıtılır.

Artık isimlere ihtiyacımız yok, numaralarımız var, hepimiz bir büyük ve düzenli hatta mükemmel bir organizmanın parçalarıyız. Frederich Taylor bilimsel yönetimi sadece çalışma için uygulayabildi, şimdi hayata uygulayabiliyoruz. Tabletlerimiz (Musa'ya inen tabletler gibi) var, hayatın her anı programlı, uyku saatimiz zille hatırlatılıyor, akşamları iki ayrı saatte özel zaman aralığımız bile var. Petrol bazlı gıdamız sayesinde dengeli besleniyoruz. Nikotin ve alkol yasaktır.

Evlilik demode oldu, Annelik-Babalık Standartlarını karşılayanların çocuklarını devlet bir fabrikada  uygun şekilde yetiştiriyor, herkes birbirinden yararlanma hakkına sahip, ofise gidip kayıt olduğunuzda tahlil sonuçlarınıza uygun adayların listesi veriliyor, arzu ettiğinize kayıt oluyorsunuz, pembe biletleriniz adresinize geldiğinde randevunuz kesinleşiyor, apartmanın resepsiyonuna pembe biletinizi veriyorsunuz ve özel saatinizde stor perdeleri kapatabiliyorsunuz.

TekDevlet var, başındaki Velinimet için her sene FikirBirliği gününde açık oy-açık sayım seçim yapılıyor. Savaşlardan sonra insanlığın çok küçük bir kısmı hayatta kalıyor, vahşi dünyadan YeşilDuvarla ayrılıyor, bilimsel esaslı mutluluk garantili bir hayata başlıyorlar. Bazılarında ruh/fantezi belirtileri görülüyor ama neyse ki beynin ilgili noktalarına yapılan cerrahi bir müdahaleyle bu "hastalık" tedavi ediliyor.

Tüm bu mutluluğa rağmen hala bazı kendini bilmezler gizlide devrim yapmaya gayret ediyor.

  • Bu hem benim, hem de ben değilim.
  • Benim kim olduğumu, ne olduğumu bilen biri var mı?
  • Birbirimizin o kadar aynısıyız ki..
  • Biraz düşünmek lazım, çok faydalı oluyor.
  • Tüm insanlık tarihi göçebe yaşam tarzından daha yerleşik bir yaşam tarzına geçişin tarihidir.
  • Devlet (insanlık) birisini öldürmeyi yasaklıyordu ama milyonların yarı yarıya öldürülmesini yasaklamıyordu. 
  • Saaddet ve kıskançlık mutluluk adı verilen kesrin pay ve paydasıdır.
  • İdeal, hiç bir şeyin olmadığı yerdedir.
  • Orjinal olmak diğerlerinin arasından sıyrılmak demektir, bu eşitliğe aykırıdır.
  • Dünyaya sevgi ve açlık hakimdir. Dünyaya hakim olmak için bunlara hakim olmak gerekir.
  • İnsanı suçtan arındırmanın tek yolu onun özgürlüğünü elinden almaktır.
  • Cennetteki Adem-Havva' dan bir seçim yapmaları istenir: Ya özgür olmadan mutlu olacaklar, ya da mutlu olmadan özgür olacaklar...
  • Eski Hıristiyanlarda itaat erdemdi, gurur da kusur... BİZ Tanrıdan, BEN Şeytandan geliyordu.
  • Hasta olduğumu biliyorum. İyileşmek istemiyorum!
  • Herkes kurtuldu ama benim için artık kurtuluş yok ve ben kurtulmak istemiyorum.
  • Bir ayna düşünün, soğukken yüzeydekileri iter, yansıtır. Şimdi ısındığını düşünün, artık itmiyor, değenler aynanın içinde kayboluyor...
  • Hem iğnesi hem de balı olan bir arı gibiydi.
  • Aşk, ölümün fonksiyonudur.
  • Noktada her şeyden çok bilinmeyen vardır; hareket etmesi, kıpırdamasıyla birlikte binlerce çeşit eğriye ve yüzlerce biçime dönüşebilir.
  • İnsan son sayfasına kadar ne olacağı bilinmeyen bir roman gibidir. Başka türlü olsaydı okunmaya değmezdi.
  • Dünyada iki güç vardır: Entropi, Enerji. Biri kutsanmış bir huzura, mutlu bir dengeye götürür, diğeriyse dengesizliğe, ıstıraplı sonsuz devinime..
  • Son devrim diye bir şey yoktur!
  • Gülmeyle her şey öldürülebilir, hatta cinayet bile!
  • Ateşin asıl kanıtı yakmasıdır. Bana yakmayan bir ateş gösterebilir misin?
  • Evcil tavukların kanatları sadece çırpınmaya yarar.
  • Sapkınlık sağlık için elzemdir.
  • En başından, tekrar başlayabilsek nasıl yaşardık?
  • Diyalektik sürecin özü budur: bugünün gerçekleri yarının yanlışlarına dönüşür, son sayı yoktur.
  • Tek yapmamız düzlemden vazgeçmek, düzlemin üstüne çıkmaktır.
  • Objektif olan tek şey kamera objektifidir.
  • Biz hayatta olanlar için bugünü dün, dünü bugün olarak yaşamak çok zordur.
Meraklısına bu tarzda aşağıdaki kitapları da öneririm:

Cesur Yeni Dünya 

1984

Ütopya 

Entropi

7 Şubat 2021 Pazar

Ana Tanrıçadan Mevlana' ya / Ali Canip Olgunlu / 2012 / kitap özeti

Anadolu tarihi bir medeniyetler mozaiğidir. Göbeklitepe MÖ 12000, Çatalhöyük MÖ 9000 tarihine aittir. Asırlar içinde Allah'ın tebliği "gerçek kelam", ne yazık ki gelenek göreneklerle karıştırılarak zedelenmiştir. Anadolu'nun geçmişi ve geleceği yoktur, sonsuz şimdisi vardır. Anadolunun etnik kimliği yoktur; Yunanlı, Romalı, Persli, Laz, Kürt, Türk, Rum, Çerkez,... fark etmez. Bu topraklar üzerinde bir araya geldik, kaynaştık. Bizi biz yapan her birimiz, birbirimizin bir parçasıyız.

Tevrat'ta bahsedilen 4 nehir Sakarya-Kızılırmak-Dicle-Fırat'tır. Tamamının kaynağı Anadolu'dadır, cennet olarak gösterilen bölgedir. Dizle-Fırat aynı isimle anılır, arası Mezopotamya'dır. Bu coğrafyada yaşayan, savaş-göç-sürgün vb etkileşimde olan Babilliler, Asurlular, Fenikeliler, Akadlar, Yahudiler, Mısırlılar, Araplar Sami milletidir. Bu uluslar Arapça, Aramice, Süryanice, İbranice ve Fenike dili konuşur, hepsinde de yazı tersten yazılır.

Tevratta çok söz edilen yerlerden biri de Urfa (Göbeklitepe!) şehridir. Hz.İbrahim'in hayat hikayesinde önemli yeri vardır. Hz.Şuayb, Hz.Eyüp, İbn-i Sina, Fuzuli,... hep buradan çıkmıştır.

Çatalhöyüklüler çiftçi-çoban olmuşlardı, toprak anaya yani ana tanrıçaya, dişil, tapıyorlardı. Yıllar içinde tanrısallık anaerkillikten, ataerkil, eril bir ifadeye dönecektir.

Yazı Mezopotamya'da Sümerler tarafından MÖ 4000 yıllarında kullanılmaya başlar, tarihin başlangıcı kabul edilir. Bundan önceki 3500 yılda Anadolu'da tek tanrıça inancı hüküm sürmüştür.

Hititlilerde Teşup baba tanrıydı, 3 ve 7 gibi sayılara değer verilirdi, ölünün ardından 3-7-40-52.günlerde toplanıp yemek yerlerdi, Anadolu'da bu gelenek devam ediyor.

Frigler 21 Martta gece ile gündüz süresi eşitlendiğinde yeni yılın uyanışını süslenmiş çam ağacıyla kutlarlarmış, bugünün noel çam süslemesi buradan geliyor.

Cinsel perhiz fikrine de rastlanırdı. 

Yaratılış: Yunan mitolojisine göre yaradılış esnasında ensest vardır, Adem-Havva ve çocuklarının zorunlu yakınlaşmasını andırır. Prometheus ilk insanı balçıktan yaptı, Adem de balçıktan yaratıldı. Yunan mitolojisinde erkekten sonra kadın yaratıldı, Havva da, Adem'den sonra yaratıldı.

Mağara: Anadolu uygarlıklarının çoğunda mağara önemli bir yerdi, kutsallığın simgesi Hayat Ağacıydı. Toprak Ananın döllenme yeri olarak mağaralar görülürdü. Hz.İsa ve Hz.İbrahim mağarada doğdu. Hz.Muhammed bir mağarada Cebrail ile konuşur. Zeus da bir mağarada doğmuştur. Hıristiyan ve Müslüman anlatısındaki 7 uyurlar ve köpekleri Kıtmir 300 yıl bir mağarada uyurlar.

Ay: Anadolu uygarlıklarında önemliydi, Artemisin başında doğmamış ay (hilal) vardı. Güneş erkek, Ay dişiydi. Antik çağda Anadolu'da Ay takvimi kullanılırdı. Bugün islamda namaz vakitleri, dini bayramlar için hala Ay takip edilir.

Tufan: Yunan mitolojisinde Zeus insanları tufanla cezalandırır. Birebir aynısı Nuh Tufanıdır. Allahın tufanla insanları cezalandırması 7 sefer olmuştur: Adem'in cennetten kovuluşu, Nuh Tufanı (su), Hud Tufanı (kuraklık), Lut Tufanı (gökten taş yağması), Şuayb Tufanı (gökten ateş yağması), Musa Tufanı (Kızıldenizin yarılması), İlyas Tufanı (gökten ateş yağması). Sümer Gılgamış destanında da tufan benzer şekilde anlatılır.

Kurban:  Yunan mitolojisinde kral kızını kurban edecekken Hermes ona bir koç getirir. Hz.İbrahim oğlunu kurban edecekken ona koç gelmesi aynı hikayedir.

Göğe yükseliş: Gılgamış destanında, Hz.Musa'nın 10 emir için yükselmesinde, Hz.İsa'nın çarmıha gerildikten sonra yükselmesinde, Hz.Muhammed'in miraç ile yükselmesinde çok benzer hikayeler anlatılır.

Sünnet: Başlangıçta Hırıstiyan-Musevi-Müslümanlar için sünnet vardı. Hz.İsa da sünnetliydi. Ondan sonra Hıristiyanlığın yayılımını kolaylaştırmak için yaşanan dejenarasyonda sünneten vazgeçildi. Bugün Musevi-Müslümanlar sünnete devam eder.

Kilise, cemaatin toplandığı yer veya bina değil, cemaatin kendisidir. Katolik, "evrensel" anlamındadır. Ortodoks, "doğru iman" anlamındadır. Protestan, "yerleşik ruhban ayrıcalıklı Hıristiyan görüşünü protesto eden" anlamındadır. Kur'an'da (toplum anlamına gelir) belirtildiği gibi tek bir din, tek bir kelam vardır, İslam, "Allah'a teslim olmak" anlamındadır. Hıristiyanlıkta Anadolu'nun yeri önemlidir, bilinen konsüller, önemli 7 kilise, Meryem Ana evi, son yemek,.... hep  Anadolu'dadır. Haç sadece dini mekanlara özgü bir sembol değildir.

Yezidilik, temelde İslami bir felsefenin tarikatlaşmış şekliyken, aradan geçen zaman zarfında çevre pagan dinlerin etkisiyle yozlaşmıştır. Muaviye'nin oğlunun adı Yezid'dir.

İslamiyetin temeli ibadettir. Hz.Muhammed'in dediği gibi "kendiniz için arzu ettiğinizi başka insanlar için de arzu etmenizdir". İslamiyet çağdaşlığı, bilimi, sanatı, modayı teşvik etmiştir. Dinde zorlama yoktur, peygamberin bile görevi sadece tebliğ etmektir..

Hz.Ömer devletin başındaydı ama devletin neredeyse en fakiriydi. Hz.Osman akrabalarına "hayır" diyemediği için istemeden de olsa akrabalarına devlette önemli roller verdi. Kur'an'ın farklı lehçeleri Hz.Osman zamanında tek Kureyş lehçesi kalacak şekilde temizlendi.

Din, siyasete alet edilince gerçek tebliğden uzaklaşılmıştır. Muaviye ile beraber hilafet saltanatlaştırılarak İslamiyet derin bir kuyuya sürüklenir. Artık insanlar haklı ve soylu olanın değil, zengin olanın yanında yer almaya başlar. Hz.Ali ve çocukları yoksul ve soylu (Hz.Muhammed'in soyu) sınıfı, Muaviye ile başlayan ve oğlu Yezid ile devam eden süreçse zengin ve yönetici sınıfı oluşturur. Gelişen devlet içerisinde zengin-fakir arasındaki mesafe hayli artmıştır. Bu haneden Emeviler olarak bilinir. Emeviler, İslami kuralları bir kenara bırakıp Arap egemenliğine dayanan bir siyaset gütmüşlerdir. Emevi emperyalizmi, Arap olmayan müslüman halklar arasında Şiiliği canlandırı, muhalif tavır oluşur.

Emeviler sonrası Abbasi yönetiminde savaşlardan elde edilen ganimetlerin azalması neticesinde fakirleşen halk, İslamı iyice unutmuş; canının, boğazının derdine düşmüştür. Halk; fakirlik ve can korkusu, yönetim kesimiyse eğlence ve kibir gibi ana sebepler nedeniyle İslamiyeti yaşayamaz duruma gelir. Mezhepler ortaya çıkar, kaos yaşanır.

İslamiyeti evrensel boyuta sevgi yoluyla ulaştıran Türklerdir. Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Hacı Bayram Veli,.. sevgi ve hoşgörüyle İslamı sevdirir. Selçuklu döneminde çıkan Celali isyanları devletin göçebe-fakir halka ikinci sınıf insan muamelesi yapmasına tepkidir.

İslam'ın kabulünden sonra kurulan Türk devletlerinin üst seviyesi (yönetim-askerler) koyu sünniyken halkın büyük bölümü Şii anlayıştadır.

Tasavvuf, kendi arzularıyla yokluğu varlığa değişenler, açlığı tokluğa tercih edenler, ihtiyacı olanlara her şeylerini verenler, Allah'ın varlığında yok olmayı seçenlerdir. Zahir "dil", batın "gönül"dür. 4 kapı; şeriat (seninki senin, benimki benim), tarikat (seninki senin, benimki de senin olsun), marifet ve hakikattir (ne senin ne de benim diye bir şey yoktur). Tasavvuf hayattan ve insandan kaçışı red eder. Tanasüh "ruhun bir bedenden diğerine geçmesidir", tasavvufta kabul edilmez.

DERVİŞ Farsça bir kelimedir, beş harfle yazılır:

  • Birinci harf Dal yani d- harfidir, dünyayı terk etmek anlamındadır, inziva değil yaşanılan topluma göre kötü olanların terkidir
  • İkinci harf Re dir, riyayı terk etmektir.
  • Üçüncü harf Vav, yani v- harfidir. Varlığını terk anlamındadır. Nefsin terbiyesidir.
  • Dördüncü harf y- dir, yalanı terktir.
  • Beşinci harf ş- dir, şehveti terktir, sadece cinsel değil aşırı olan her şeyin terkidir.

Yaradılanı severiz, yaradandan ötürü - Yunus Emre 

Her ne ararsan kendinde ara - Hacı Bektaşi Veli

Eline, beline, diline sahip ol - Hacı Bektaşi Veli. El aslında İL dir, coğrafyana sahip olmaktır. BEL aslında soydur, atalarına-ecdadına sahip olmaktır, Türk kalmaktır. DİL aslında lisandır Türkçe diline sahip olmaktır



27 Ocak 2021 Çarşamba

Kur'an, İncil veTevrat'ın Sümer'deki Kökeni / Muazzez İlmiye Çığ / 1995 / kitap özeti

  • Kırmızı dizili olanların benim notlarımdır
  • Batı kültürünün temeli Yunana ve dini Tevrat'a dayandırılıyor ancak aslında Sümerdir. 
  • Arkeolojik buluntularda tapınak duvarlarını süsleyen iki tarafında hayvan figürlü hayat ağacı (Göbeklitepe'deki gibi) bulundu.
  • Medeniyet izleri: yapılara kadar gelen kullanma suyu, atık su hatları, plastik sanat, baraj-sulama kanalı-bataklık kurutması, hanlarla yolculuğun kolaylaştırılması, tekerlek, yelkenli gemi, yazı ve okul, şehir beylikleri, yazılı kanunlar, takvim, burçlar, çarpım tablosu, tababet, edebiyat,...
  • Sümerin çok tanrılı dini zamanla dönüşerek bugünün tek tanrılı dinlerine dönüşmüş, diğer tanrılar melek, şeytan, cin motifi haline gelmiştir.
  • Yahudi, Hıristiyan, Müslüman dinleriyle Sümer dini arasındaki ortak noktalar: Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, Tanrı korkusu, Tanrı yargılaması, kurbanlar-törenler-ilahiler-dualar-tütsü vb ile Tanrıyı memnun etmek, iyi ahlaklı-dürüst-haktanır olmak, büyüklere saygı küçüklere sevgi göstermek, sosyal adalet, temizlik
  • Sümer Tanrılarının da bir şeyin olması için "ol" demesi yeterdi...
  • Tanrılarla insanları yaklaştırdığı düşünülen kuleler yaparlardı, zamanla bunlar cami-kilise-sinagog oldu. Minarelerin üzerindeki yarım ay, Sümer Ay Tanrısının sembolüdür. Namaz vakitleri, oruç, bayramlar,.... ay takvimi İslam'da belirgindir.
  • Sümer kanunu, Babil Kralı Hammurabi' nin yaptığı kanunların temelidir. Bunlar da Musa ve Yahudi kanununu (On Emir) ve sonrasında İslam kanununu etkilemiştir. Hammurabi' nin (MÖ1750) Güneş Tanrısından kanunu alışı, Musa'nın on emri alışına örnek olmuştur. İslam hukuku Araplar Irak'ı (Mezopotamya) ele geçirdikten sonra kurallaşmıştır. Sümer kanunu Tevrata göre daha az zalimdir. Zina eden kadının taşlanması Tevrat'ta var ancak Kur'an'da yoktur.
  • Sümer'de bekarete önem verilmiş, aynı Tanrıya niteliklerine göre çok sayıda isim verilmiş (Esma-ül-Hüsna gibi), ahiret inancına benzer kurgu yaratılmış, Kur'an'da söz edilmeyen sırat köprüsü kavramına yer verilmiştir. 7 sayısı Sümer'de-Tevrat'ta-Kur'an'da önemlidir. Sümer dahil tüm dinlerde alem 6 günde yaratılmış, yedinci gün dinlenilmiştir. Sümer tatil günü Yahudilikteki gibi Cumartesiydi! Hırıstiyanlık' taki gibi günah çıkarma, ikonalarla tapınak süsleme vardı.
  • Sümer rahibeleri tapınaklarda ziyaretçilere "servis" verirdi, hizmetleri kutsal kabul edilirdi, diğer kadınlardan ayırt edilebilmeleri için başları örtülürdü. MÖ1500 Asur Kralı örtünmeyi evli ve dul kadınlara da zorunlu hale getirdi. Gelenek Yahudilere geçti, evlenen dindar kadınlar başlarını örttüler. Hırıstiyan rahibeler de başlarını örttüler. İslam öncesi Arap kadınları çalıştıkları için yarı bellerine kadar çıplak gezermiş. İslamiyetten sonra da cariyeler-köleler çalıştıkları için giyinmezlermiş.
  • Sümerler Tanrılarla insanları yaklaştırmak için kuleler yapardı, kızan tanrılar dünyanın tek olan lisanını türlü lisanla değiştirdiler ve insanların anlaşmalarını zorlaştırdılar (Kabeye yaklaşırken çeşitli lisanlardaki konuşmalar giderek tek bir Lebbeyk ifadesine dönüyor).
  • Adem'in cennetten kovulması öyküsü Sümer ve Tevratta aynı. Kur'an'da yasak ağacın "sonsuzluk ağacı" olduğu sadece Taha Suresinin 20.ayetinde belirtilmiş. Adem ve Havva' nın çocuklarından Habil çobandı, Kabil çiftçiydi ve bir gün Kabil, Habili öldürdü (Daniell Quin - İsmail kitabında sürdürülebilirliğin bozuluşunu buna dayandırır, tarım devrimi böylece başlar).
  • Tufanın sadece Tevratta olduğu düşünülürdü. 1872 yılında Asur tabletlerinde Gılgamış Destanı fark edildi, tufan anlatılıyordu!!! Bilimsel bakış açısıyla Robert Cooper, The Inguirer's Text-Book, Being Substance of Thirteen Lectures on the Bibel eserinde ne yaradılışın ne de tufandaki geminin akla uygun olmadığını, olsa olsa söylence olacağını iddia ediyor.
  • Eyüp Peygamber öyküsünde hayır ve şerrin Allahtan geleceği, kulun sabırla karşılaması gerektiği anlatılır. Bu tema Sümer şiirlerinde de görülmüştür.
  • Tek tanrılı dinlerin atası kabul edilen İbrahim Peygamber ve ailesi Tevrata göre Mezopotamya'da Kaldeali Ur'dan Harran'a göçmüş, oradan da bir tüccar kolonisi olarak Filistin'e girmişti. Onun askerleri ve parasal gücüyle kendi şahsi tanrısını onlara Tanrı olarak kabul ettirmiş ve bu arada Mezopotamya'dan getirdiklerini halka aşılamıştı (Göbeklitepe Harran'dadır, duvarda iki tarafında hayvan figürü olan sonsuzluk ağacı ve altında doğum yapan bir kadın resmedilmiştir, orta kısımda içeriye giriş engellenmiştir VE figürlerin hepsi merkeze dönüktür VE hepsinin elleri namazdaki selam duruşunda olduğu gibi göbek önünde kenetlidir - aynı senaryo aynı şekliyle Kabede secde ederken yaşanıyor!!)
  • Dinler başta Mezopotamya olmak üzere, çeşitli kültürlerden gelen etkilerle bulundukları toplumun görüş, düşünüş, anlayış ve hayal gücüne göre şekillendirilmişlerdir (Kudüste Arapça-İbranice-Aramice benzer şeklide tersten yazılır, Yahudi-Hırıstiyan-Müslüman dindar kadınlar benzer şekilde örtünür, İsa özünde Yahudidir, Yahudilerin sünnet-koşer vb bir çok geleneği Müslümanlarla aynıdır, Yahudilerin Süleyman Mabedi Müslümanların Mescid-i Aksa'sının altındadır, Yahudilerin ağlama duvarı Mescid-i Aksanın bahçe duvarıdır!).
  • İncil'de İsa Peygamberin rüzgarın kanadını tuttuğu anlatılır, aynı öykü farklı isimlerle Sümerde vardır. Sümerdeki öykünün devamında göğe yükseliş, Tanrıyla konuşma ve yere dönüş vardır, Müslümanlıktaki Miraç hadisesi gibi!

  • Sümerlerle Tek tanrılı din kitaplarının arasında hemen hemen 2000 yıl var. Sümerler onları nasıl etkileyebildi?!
      • İsrail tarihi her üç dinin atası kabul edilen İbrahim Peygamberle başlıyor. Ur kentinden Harran'a (Göbeklitepe!), oradan da Filistin'e gider. Kalabalıklaştıkça sorun çıkar, Musa Peygamber gibi Tanrıdan emir aldığını söyleyenler gelir, sorunlar bir türlü çözülemez, Davud ve oğlu Süleyman zamanında bir krallık kurarlar. Süleymanın ölümünden sonra ülke ikiye bölünür: Kuzey İsrail, güney Yahuda olur.
      • Bir süre sonra Babil Kralı Nabukadnezar İSraili işgal eder, yağmalar, pel çok İsrail bilginini Babil'e sürgüne götürür. Bu bilginler Babil'de çivi yazısı öğrenir, Babil kitaplarını incelerler. Daha sonra Persler Babil'i ele geçiriyor ve sürgündekileri serbest bırakıyorlar.
      • Geri dönenler İsraili kaos içinde buluyor, mabedler olmadığı için din yaşanamamış, yabancılarla evlilikler nedeniyle farklı tanrı ve inançlar ülkeye yayılmıştır. Kendi halklarını bir araya toplayabilmek üzere Ezra ve arkadaşları Torah olarak bilinen ilk 5 kitabı (Tevrat) yazmışlar: Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye. Bu bölümlerde Musa'nın ölümü de anlatıldığına göre bunların Musa tarafından yazılmış olması olası değil.
      • Zamanla Tevrata ilk 5 kitaptan sonra 34 bölüm daha eklenmiş. Yazım tarzı Hitit tarih yazıcılığı ve Sümer edebi yazı karışımıdır.
      • Kur'an'ın yazılı hale gelmesi de benzer bir öyküdür. Peygamberin sağlığında ezberleyenler olmuştu ancak savaşlarda bunlar ölmeye başlayınca yazılı bir metin ihtiyacı ortaya çıktı. Halife Ebubekir başlangıçta bu fikri hoş karşılamamış ancak etrafındakilerin zoruyla Zeyd'e Peygamberin sandığını getirtmiş, ezber ayet bilenleri bir araya toplamış, sonuçta iki kitap ortaya çıkmış. Kitaplar Ebubekir ölünce yeni Halife Ömer'e, sonra Ömer'in kızı Hafza'ya ve sonrasında Halife Osman'a geçmiş. Kitaplar arasındaki farkları düzeltmek üzere bir kurul oluşturulmuş, ezber bilenler bir araya toplanmış ve bugünkü tek kitap ortaya çıkmış. ilk kitaplar yazılırken ezberlemiş olanın doğru söylediğini onaylamak için 4 tanık, daha sonra 2 tanık istenmiş. Sonuncusunda tek tanığı yeterli saymışlar.
      • İncil'de İsa Peygamberin sağlığında yazılamamış. Kur'an'da İncil'in İSa'ya öğretildiği söyleniyor. Zamanla çok sayıda versiyon oluşuyor, MS350 yılında İznik Konsülü bu versiyonları Matta, Markos, Luka, Yuhanna olarak 4 versiyonda birleştiriyor.
    • Lütfen aşağıdaki yazılara da göz atın:

    28 Mart 2020 Cumartesi

    Corona Virüslü günler!!

    Gönüllü karantina istendiğinde elimizde ihracat işleri olduğu için evdekileri evde bıraktım ama ben işe devam ettim. Arabayla gidip geliyordum, iş yerimde temizlik ve hijyen oldukça özenliydi. Çevremdekilerde hiç bir belirti yoktu, işimizi yürütmeye gayret ediyorduk. Dün itibariyle aciller bir noktaya gelince ben de toplu taşımayla eve döndüm, artık karantinadayım...

    Arabayla seyahat ederken ilk önce trafiğin azaldığını hissediyorsunuz. Çekmeköy - Yenibosna ikinci köprü güzergahında 07:00-08:30 yani bir buçuk saatte giderdim, Perşembe günü 30 dakikada gidince ürperdim. Beni Yeşilyurt Marmaray İstasyonuna bıraktılar. Taksi durağında araçlar birikmiş, içeride çıt yok, televizyonda haber kanalı açık, dışarıda bir kaç tavuk :) Ortalık boş.

    İstasyona indim, yürüyen merdivende bir yere dokunmamaya gayret ettim, yüzümde maske var, berem kafamda, elimde eldiven maalesef yok, tedbirsizlik etmişim. Kimseye yaklaşmıyorum, onlar da yaklaşmıyor. Turnikelerde aralıklı durup sabırla sıramızı bekliyoruz. Perona çıktığımda tek tük insan var. Netflix salgın filmlerinden birinde oyuncuymuşum gibi hissediyorum. Ürperiyorum.
    Seferler 15 dakikada bire seyreltilmiş. Peronda ve vagon içinde sürekli uyarı anonsu var.

    Tren geliyor, biniyorum, saat 16:30 gibi, ayakta kimse yok, aralıklarla oturuyoruz. Herkes çantasını yanındaki koltuğa koyarak yanının boş kalmasını garanti etmeye çalışıyor. Gerçekten ses yok, kimse konuşmuyor. Sirkeci'de bile trende ayakta yolcu yok, Üsküdar' da iniyorum. Çekmeköy metrosuna aktaracağım.

    Üsküdar meydanı hiç bu kadar boş görmedim. İlk defa Corona' yı hafife aldığımı düşünüyorum, acaba yeterince tedbirli davrandım mı? Acaba eve mikrop taşıdım mı? Geriliyorum, metroya iniyorum. Merdivende herkes arkasına dönüp yeterince boşluk var mı diye kontrol ediyor. Çekmeköy metrosu da sakin, sessiz.

    Bu virüsü gezegenin artan nüfus - kirlenme - küresel ısınma gibi konularda orjinal bir reaksiyonu gibi görüyorum. 

    Darwin' in Doğal Seleksiyon kavramına uygun olarak insan türü için bir nüfus düzenlemesi hissi veriyor. 

    Öncelikle çok kolay ve hızla bulaşıyor, hepimize gelmesi olasıdır. Ancak ekonomik gücü yerinde olanlar evlere kapanıp bu etkiyi geciktirebilir, çalışmak zorunda olan yevmiyeciler, taksiciler, esnaflar, işçiler kanımca daha büyük risk altındalar. 

    Hastalığın öldürücülüğü düşük, %4 gibi söyleniyor, yani hepimizi test edecek, zayıf olanları eleyecek... Yaşlılar ve kronik hastalar için risk daha fazla. Elbette dramatik ama bu vakalar gerçekleşirken sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinin üzerindeki yük azalacak, miras yoluyla kısmi bir servet transferi yaşanacaktır. 

    Dahası gençlerde öldürücü olmasa bile yüksek ateş yapıyor ve bu da kısırlık riskini doğuruyor. Yani nüfusun artışı da kısmen önleniyor.  

    Afrika kıtasından neredeyse hiç bir geri bildirim yok, yüksek nüfuslu Çin - Hindistan - Bangladeş - vb ikinci belki üçüncü dalgayı görebilir.


    Hayatın yavaşlamasıyla birlikte hava kalitesi iyileşti, ısınma belirtileri azalıyor, UNSDG 17 hedef için de pozitif yansıma görünüyor. 

    Yeni dünya düzeninde ekonomik - savunma - din - mezhep gibi paydalarda bir araya gelmek artık eskisi kadar olası değil bence.. AB, BM, NAFTA, Arap Birliği, ... hepsi anlamını yitiriyor. Bundan sonraki ortak payda yaşanılabilir yerler olacak, sınırlı sayıda yer için tekrar silahlanma - soğuk savaş şartları doğacak sanıyorum.

    16 Eylül 2019 Pazartesi

    İnebolu - İstiklal Yolu!


    İnebolu'yu ilk defa Şu Çılgın Türkler kitabını okurken düşünmüştüm. Hayal meyal... Sonunda bir vesileyle ziyaret etme fırsatım oldu. 15 Mayıs 1919 da İzmir işgal edildiğinde ilk tepki Kastamonu'dan gelmiş. Mustafa Kemal İstanbul'den Bandırma vapuruyla hareket ettiğinde ilk niyeti İnebolu' ya gitmekmiş. Ancak Karadenizin bitmek bilmeyen fırtınası emniyetli yaklaşmaya mani olmuş ve sonunda Bandırma pas geçerek 19 Mayıs 1919 da Samsun'a gelmiş..

    O zamanlar İnebolu'da liman yokmuş, gemiler açıkta demirlerlermiş, denk kayığı denilen yöreye özgü kayıklarla yük ve yolcu gemilerden sahile taşınırmış. İstanbul'dan kaçırılan cephane, Rusya'dan gelen mühimmat hep İnebolu' dan teslim alınmış. Kayıkçılar sahile getirmiş, halk yaya - kağnıyla, oruç ağız, aç bilaç, soğukta mermiyi korumak için çocuğundan vazgeçerek tam 95km dağ yolunda üç koca yıl boyunca taşımış. Ücret almadan, fedakarlığını başa kakmadan, hem de 6 günde teslim edemezse İstiklal Mahkemesinde yargılanacağını bile bile....

    Bugün bu yol İstiklal Yolu adıyla anılıyor, işaretlenmiş, hatırası yaşatılıyor.
     




    Şehirdeki hareketlilik işgalcilerin dikkatini çekmiş. 9 Haziran 1921 günü iki Yunan zırhlısı şehri bütün gün bombalamış. Bizim topçu ancak taştan gülleler atabiliyorken Yunan gemileri patlayan bombaları arkası arkasına ateşlemiş. Ertesi gün dönüp gitmişler.

    Mustafa Kemal bu yoldan binbir cefayla getirilen cephaneye gönülden bağlıydı. "Gözüm Dumlupınar'da, kulağım İnebolu'da" sözleri bunun ifadesidir.

    Şehrin fedakarlığı 1924 yılında Mustafa Kemal' in imzasıyla Türkiye'de bir ilk yarattı, ilk defa bir şehre Kayıkçılar Loncasının şahsında İstiklal Madalyası verildi.





    Cumhuriyetin ilanından sonra devrimler başladı. Önemli anlardan biri Şapka ve Kıyafet Devrimiydi, İnebolu' da ilan edildi.
     

    Şehirdeki müze çok güzel düzenlenmiş, etnoğrafik dokusuyla da göz dolduruyor. Video gösterilerinden birinde odanın bir duvarında İnebolu, karşı duvarında Yunan zırhlıları gösteriliyor, değişik bir deneyimdi. Dilerim okul gezilerinde sadece Anıtkabir - Çanakkale alışkanlığı zamanla Kocatepe - İnebolu gibi yerleri de içerecek şekilde gelişir.
      

     

    1 Eylül 2019 Pazar

    Büyük Taarruz Turu, 2019

    Senelerdir kendime verdiğim sözdü: Büyük Taarruzun ayak izlerinden gidecektim! Sonunda başardım. Ne Mutlu Türküm Diyene!!!

    Turgut Özakman' ın Diriliş - Şu Çılgın Türkler - Cumhuriyet 1 ve 2 - Şu Çılgın Türkler Kıbrıs kitaplarını okumuştum. Nutuk okumuştum. İlber Hocanın, İlker Başbuğ' un, Yılmaz Özdil' in Mustafa Kemal kitaplarını okumuştum. Bir süredir İzmirli olduktan sonra kendimi bu seyahate hazır hissettim. İşgal altında tam 3 yıl 3 ay 24 gün kalmış, mücadelenin sembolü İzmir! Türkiye denince akla gelen ilk şehir İstanbul değil, İzmir olmalıymış...

    www.buyuktaarruz.org web sitesi bana esin kaynağı oldu. Rotamı onların önerilerine göre belirledim. Ancak 15 gün yerine sadece 2 günüm olduğu için bazı noktaları ziyaret edemedim.

    30 Ağustos günü Seferhisar'dan 08:00 de Vespamla çıktım. Taarruzu tersten gideceğim. Önce İzmir, 50km. Konak Meydanında Hasan Tahsin Anıtına gittim, 9 Eylülde sancak çekilen Hükumet Konağını bir süre bulamadım ancak sonunda restore edildiğini anladım. Dışına kocaman bir perde takılmış ve etraftaki panolara bakılırsa aslıyla ilgisi olmayan modern bir ucubeye dönüşmek üzere.. İçim sızladı. Belkahve için yol sordum, tarife itiraz edecek oldum, genç arkadaş "İzmirliyim ben! Atatürk'ü bilirim!" deyiverdi... Ne varsa İzmir'de var.
     


    Sırada Belkahve var, 72km. Anadolu'dan gelirken denizi ilk gördüğünüz yer! Süvariler İzmir'e girerken Mustafa Kemal'in izlediği, Kadifekale'ye sancak çekildiğinde İsmet Paşaya "artık bunu ancak şekerli Türk Kahvesi tatlandırabilir, silahlı mücadele bitti, artık diğer işlere (cehalete karşı savaş) bakacağız" dediği yer... Güzel bir anıt var, hala İzmir'i izliyor, "bu şehre bir şey olacak diye çok korktum" diyecek kadar İzmir'i seviyor, sonunda İzmir'e damat geliyor :) Tesis çok temiz, bakımlı, görevliler fevkalade ilgili, bilgili, benimle birlikte heyecanlandı, işgal günlerinin ve sonrasının eski fotolarından güzel bir sergi vardı, defalarca gözüm doldu. Daha sonra cephe görünümlü bir odaya aldılar, iki adet üçer dakikalık belgesel izledim, görevli geldiğinde hala gözlerimi kuruluyordum. Bu memleket ne şartlarda kazanılmış! Hak edilmiş! Bizim yahu! Belkahve' yi tanıttılar, o zaman Yunandan saklanan bezlerin kırmızıya boyanarak üzerine derme çatma ay-yıldızın dikildiği dönemin bayraklarından birini gördüm. Duvarlara resim takılmayan bir dönemde Mustafa Kemal için hazırlanmış eski yazılı duvar işlemesini gördüm. Sürekli değişik versiyonlarla İzmir Marşı ve benzerleri fonda duyuluyordu. Üst bölüme geçtiğimizde hoş bir sürpriz vardı, Atatürk ile birlikte kahve içtim :) Kitapları gördüm, kitaplıktan girilen arka odadaki toplantı masasını, haritayı gördüm. Aynı çeşmeden soğuk su içtim. Çok etkilendim.... İzmir'in Anadolu ile iritibatı Yunan engellemesi nedeniyle çok zayıf. Askeri bazı hareketler var ancak henüz ordu yok, Türk kavramı yok, olan biteni hep Kemal'in Askerleri yapıyor. İşte bugün "Mustafa Kemalin askerleriyiz" sloganı böyle doğuyor, yine İzmir, hep İzmir..
    Keşke İzmir yönünden gelirken araçla duble yolun diğer tarafına kolay geçiş sağlansa...
     

    Gece konaklamak için Nif' e (bugünkü adıyla Kemalpaşa) gitmiş, yattığı odayı gördüm. Binanın tamamı muhafaza edilebilseydi daha güzel olurdu, sadece odası korunmuş. 82km deyim.

     



    Buradan Salihli' ye geçtim, 151 km, Lidyalıların başkenti Sart ören yerini gezeceğim. Köy kahvesinde 250 çeşit yerel gazozu görünce deneyesim geldi. Hazır durmuşken Cuma namazını cemaatle kıldım, maalesef hutbede yine Mustafa Kemal diyemediler :( Efes kadar ciddi bir ören yeri, kalıntılar oldukça iyi durumda, bilgi panoları var, temiz, bakımlı, müzekart kullanılıyor, turist kafilelerine rastladım. Sart Gymnasium içinde Türkiye'de ilk defa bir sinagog harabesi gezdim. Aynı coğrafyada aynı anda pagan - hristiyan - ezan sesiyle islam dinlerinin duygusunu Efes'ten sonra ikinci defa yaşadım. Ne güzel bir Türkiyemiz var...

     

    Uşak'a geldim, 288km. Atatürk Evi ve Etnoğrafya Müzesini arıyorum, hiç bir yönlendirme tabelası yok, motor kullanırken navigasyona bakamıyorum, sorduğum genç-yaşlı-esnaf-öğretmen kimsenin haberi yok, bilgisi yok, çok yazık... Sonunda buldum, kibar bir görevlisi var, iyi durumda, temiz, bakımlı, arada bir ziyarete gelenler oluyor. Trikopis'in kılıcını teslim ettiği anın balmumu heykellerle canlandırması var. Sergilenen eşyalar, yatak odası, çalışma odası, kabul odası, toplantı odası derken orjinal haliyle muhafaza edilebilmiş.
    Gençliğe Hitabeyi biliyoruz ancak burada Nutuk'tan ilave bir alıntı daha yapılmış:
    "...bu söylevi verdim. Bunda ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmişsem kendimi mutlu sayacağım." Şimdi düşünmek gerekiyor, yeterince uyanık mıyız? Söylenen riskler gerçekleşmiş mi?
     




    Sırada Zafertepe var (368 km), yol üstünde Dumlupınar Şehitliğine (1266 metre rakımlı) uğradım, kalabalıktı, çoluk-çocuk, başörtülü-örtüsüz, arabayla-motorla, tek veya kafile ziyaretçiler vardı. Kabirlerin üzerinde şehit oldukları yaşları görünce duygulandım, 17 yaş (çocuklarım gibi) - 50 yaş (benim gibi).... Babasının ölü bedenini taşıyan oğlunun anıtı etkileyiciydi, oğul İzmir'e ilk girenlerden, orada şehit düşüyor, eve dönen yok... En üste çıktığınızda ova uçsuz bucaksız, dalgalanan sancağın sesi duyuluyor, gözünüzde savaş anı canlanıyor. Fatiha okudum, ağladım. Sancak ve Anıt gece vakti aydınlatılmalıymış, karanlıklarla savaşanlar karanlıkta kaybolmamalılar...
     

     

     Yakınındaki Şehit Sancaktar Anıtına gittim. Başkomutanlık Meydan Savaşından sonra sahayı dolaşırken Mustafa Kemal askerin şehit düşmesine, üzerinin moloz, ceset dolmasına rağmen sancağı elinden bırakmadığını görür, duygulanır, "meçhul asker anıtının formu bu olmalıdır, buraya dikilmelidir" der. 1924 te anıtın temel atmasına bizzat katılır, 1927 de anıt açılır, 1964 te başka yere daha modern bir anıt düşünülür ve bu yıkılır. Bölge komutanının ısrarıyla orjinal anıt aynı yere 1979 da tekrar dikilir. Böylesine anlı şanlı tarihin olur da nasıl bu kadar aymaz, bu kadar cahil olursun? Neyse ki düzgün insanlar var, anıt bugün yerli yerinde, ziyaretçileri de vardı. Temiz ve bakımlıydı.
     

    Şimdi esas anıta geldim, Zafertepe, şimdiki adıyla Zafertepeçalköy. Akşamüstü oldu, SoloTurk, TurkYıldızları gösteri uçuşlarını ve töreni kaçırmışım. Çok ziyaretçi vardı. Devasa sancak güçlü rüzgarda şahane dalgalanıyordu. İç ve dış düşmanların her zaman olacağını temsil eden irili ufaklı üçgen biçimli parçalardan oluşuyor, aynı zamanda meşale görünümü var, çatılmış silahlara benzetilmiş. Savaşı buradan yönetmiş, çok duygulandım. Temiz, bakımlı, bilgi panoları var.

     

    30 Ağustosta Kocatepeye ulaşamadım, bu gece Afyon' da yatacağım, yarın Kocatepe - İnönü planlıyorum. Kocatepe, 455 km, yol üzerinde Yüzbaşı Agah Efendi Şehitliğini ziyaret ettim. Buradan 1874metre rakımlı Kocatepe'ye tırmandım. Olağanüstüydü, geldikleri yolu gördüm, içine girdikleri sipere ben de girdim, ovaya baktım, günbegün harekatı anlatan yazıtları okudum, komutan künyelerine hayran oldum. Hele 3 Mustafa var ki: Mustafa Kemal Atatürk, Mustafa İsmet İnönü, Mustafa Fevzi Çakmak... Asgari iki yabancı lisan konuşan, entellektüel, eski yazıdan Kur'an okuyabilen, cephede akşamları Kur'an dinleyen,
    harekata başlarken dua eden bu insanlar sayesinde bugünün Türkiyesine gelebildik. Aradan geçen Demokrat Parti - Anavatan Partisi - AKP yıllarında maalesef 1930 lu yılların ekonomik - entellektüel ikliminden uzaklaştık.
    Çanakkale'ye gidildiği kadar buralara da gelinmeliymiş.
    Her okulun müfredatında bu gezi, hiç değilse Afyon şehitlik ziyareti olmalıymış.

     

     

    Ver elini İnönü, 630km, savaş karargahı müzesini büyük zorlukla bulabildim, kimsenin haberi yok, kadınlar hala çarşaflı, erkekler kahvede miskince oturuyor. 31 Ağustos Cumartesi günü Bakanlığa bağlı müze maalesef kapalıydı, içini göremedim. Yönlendirme tabelaları koyulmalı.

    Esas şehitliğin nerede olduğunu da bilen yok. TripAdvisor' da çoğu nokta kayıtlı değil. Yönlendirme tabelaları çok eksik. Keşke bir aplikasyon üzerinde bugün ziyaret edebileceğimiz Kurtuluş Mücadelesinde özelliği olan noktalar, konumları, görselleri, hikayeleri bulunabilseydi, dileyenler geçeceği güzergaha göre (yakınımdaki yerler gibi) bu noktaları rota haline getirebilseydi.

    Sonunda Bozüyük civarında İnönü Şehitliğini buldum, görevlisi kibar ve ilgiliydi. Temizdi, bakımlıydı. Metristepe' yi onlar bana tarif ettiler.
     

    Metristepeye sadece Eskişehir yönünden gelirken bir yönlendirme tabelası koyulmuş, zor buldum, dağ başında el yordamıyla aradım. Görevlisi yoktu, fevkalade bakımsızdı, içeride koyun otlatılmış ve anıtın üzeri dahil her yer bok doluydu. Çok sayıda gönder direği olduğu halde sadece asıl sancak çekiliydi.
    Kabirlerdeki isimleri dikkat edin lütfen: Hepsi Mehmet! Kim olduğunu tayin edemedik, 4200 şehit için bir düzine kabir.. Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır!
    Buraya da aydınlatma yapılmalı.
      

     

    Bu rotanın doğal sonu Ankara' da eski meclis, karargah olarak kullanılan istasyon binası, Çankaya Köşkü ve tabii ki Anıtkabir olmalıydı. Artık İstanbul' a dönüyorum. Sakarya Savaşı yöresini bu sefer de göremedim. Eve dönüşte 926km oldu. 240 TL yakıt, 90 TL otel, 120 TL yemek derken hepsi 450 TL tutan manevi değeri paha biçilmez bir turdu...

    Vatan uğruna canlarını feda eden şehitlerimizden, onlara liderlik eden komuta heyetinden, Mustafa Kemal Atatürk'ün şahsında Cumhuriyet kuranlardan Allah razı olsun, nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun.

    Emanetiniz bizimdir, Bursa Nutkunda, Gençliğe Hitabede belirtildiği gibi gözetilecektir...
    Ne Mutlu Türküm Diyene!!!