3. GİDER DÜNYASI (COST WORLD)
Binlerce yıllık avcı - toplayıcı
- çiftçi - zanaatkâr kültüründen sonra sadece 250 yıldır sanayi kültüründeyiz.
Üstelik bu kültürdeki tüm kazanımlarımız dünyanın bugüne nazaran çok daha
farklı bir sosyoekonomik ortamında elde edildi. Bunları okullarımızda öğrettik,
sanayide tecrübe ettik, bunlara alıştık. Bu paradigmanın ürünlerine yatırım
yaptık. Bunlarla yaşadık ve bunları normal belledik.
Mümin Sekman bu duruma
“öğrenilmiş çaresizlik” adını veriyor. Haşlanmış kurbağa meselini kısaca
hatırlayalım. Kaynar suya atılan kurbağa can havliyle sıçrayarak kaçıyor. Aynı
kurbağayı oda sıcaklığındaki suya atıyorlar ve yavaş yavaş ısıtıyorlar. Bir
zaman sonra durumdan rahatsız olan kurbağa sıçramasını sağlayacak refleksin de
öldüğünü fark ediyor, haşlanarak ölüyor. Gider Dünyasında geçirdiğimiz yıllar
bizi haşlanmaya doğru sürüklüyor.
Dahası yeni gelenlere, yani
öğrencilere ve işe yeni başlayanlara, aynı öğretiyi vererek eski paradigmanın
nesiller boyunca devamını sağlıyoruz. Bu yüzden “öğrenilmiş” hale geliyor.
Akvaryumdaki aç köpekbalığını hatırlayalım. Akvaryumun diğer tarafına da yem
niyetine bir balık yerleştiriliyor ve bir de aralarına cam duvar koyuluyor. Aç
köpekbalığı defalarca hamle yapmasına rağmen bir türlü yeme ulaşamıyor, çünkü
cam duvarı “göremiyor”. Bir zaman sonra aç olmasına rağmen hareketsiz durarak
enerjisini “tasarruf” ediyor. Cam duvar kaldırıldığında köpekbalığımız şaşırtıcı
şekilde hareketsiz kalmaya devam ediyor. Ona göre yem ulaşılmazdır, o bunu
kafasını sert cama çarpa çarpa, bin bir eziyetle “öğrenmiştir”. Yanına küçük ve
aç bir köpekbalığı eklendiğinde, aç balık yeme doğru hamle yapar ancak büyük
balık onu durdurur, zarar görmesini istemez, aynı acı veren tecrübeyi
yaşamasına gerek yoktur, öğrendiklerini küçük balığa “öğretir”, o yem
ulaşılmazdır. İşte bu yüzden içine girdiğimiz dünyadan bir türlü çıkamıyoruz.
Richard Bach, Mavi Tüy adlı
kitabında bir balığı hikaye eder. “Akıp” giden bir nehirde, doğal olarak
yüzmesi beklenen tüm balıklar kenarlardaki taşlara tutunup, yerlerinde kalmak
için gayret ederlermiş. Nesilden nesle böyle sürüp gidermiş. Günün birinde
“genç” bir balık “bırakmak istediğini” söylemiş, yaşlılar hep birlikte hem
azarlamışlar hem de senelerin tecrübesini tekrar aktarmışlar. Genç balık tüm
söylenenlere rağmen kendini akıntıya bırakmış, akıntı, doğal yüzme yeteneğini
nasıl kullanacağını bilmeyen genç balığı taştan taşa çarpıp hırpalamış, genç
balık can havliyle nehrin başka bir noktasında kenara tutunabilmiş. Oradaki
yaşlılar bizim balığa “sana kimse anlatmadı mı?” ile başlayan ve diğer
balıklara kötü örnek olarak gösteren konuşmalar yapmışlar. Genç balık bu zor
deneyim esnasında aslında yüzgeçleri olduğunu fark ettiği için heyecanlıdır,
tekrar dener, bu sefer akıntıya uyum sağlar, yüzmeye başlamıştır! Kenarlara
tutunan diğer balıklar onu görünce “bizi de kurtar!” diye seslenirler, genç
balık hayretle onlara “ben sizden daha fazla balık veya daha fazla kurtarıcı
değilim, siz de yapabilirsiniz, yeter ki denemeyi göze alın” der. Kenara
tutunan balıklar oldukları yerde, yaşlanıp ölürken, yüzmeyi ve buna bağlı
riskleri göze alan genç balık “ilerler”.
Kenarlara tutunan bizler Gider
Dünyasında yaşıyoruz, birileri yüzerek yakınımızdan geçiyor, akıştan
yararlanıyorlar. Sadece seyretmekle yetinecek miyiz?
İşte size basit bir kontrol listesi. Bu listedeki belirtiler sizde de
varsa, gider dünyasındasınız demektir.
- Devam eden veya planlanan projeler lokal içeriklidir, sayıca çoktur.
- Sonuçlardan ziyade faaliyetlere odaklanılmıştır.
- Yönetim raporları dağıtım anahtarlarıyla hazırlanmış “suni” maliyetlerle doludur.
- Bölümler arasında ve hiyerarşi içinde güvensizlik vardır.
- Çalışan sirkülasyonu %20 civarındadır, her sene artıyordur.
- Müşteri şikâyetleri artıyordur.
Gider Dünyası, birinci endüstri
devrimiyle başladı ve bugüne kadar izlerini sürdürebildi. Newton mekaniğiyle
bağdaştırılabilen, doğrusal bir dünya algısıydı. Sistemler karmaşıktı,
sistemleri çözümleyerek ve küçük parçalara ayırarak daha anlaşılır, daha
yönetilebilir hale getirebiliyorduk. Parçalar için iyi olan, bütün için de
iyiydi.
Teknolojik uzmanlaşma esnekliği
öldürüyordu, biyolojik uzmanlaşma uyum yeteneğini yok ederek doğal seleksiyon
riskini artırıyordu.
Politik yansıması
"böl-yönet" tabir edilen emperyalist yaklaşımı ortaya çıkardı.
Zamanla milliyetçi akımların başını çektiği isyanlar ve çok sayıda bölünen ülke
görülecekti.
Ekonomideki yansıması buhar
makinasıyla başladı. Dış etki yani buhar makinası olmadan önce her şey Newton'
un işaret ettiği gibi kendi seyrinde gidiyordu. Derken F=ma olduğu için buharın
daha fazla kullanılması daha fazla kazanca yol açtı. Son olarak gelişim Newton'
un dediği gibi kendi tepkisini de yarattı, işçiler direndi, sıkıntılar yaşandı.
Ekonomideki bir diğer yansıması
Adam Smith ile göründü. Dış etki bu sefer "görünmez el" idi ve dış
etki olmadığı sürece piyasalar dengedeydi. Fiyatlar düşünce talep artardı, daha
çok düşünce daha çok artardı. Tepkisi beraberinde geldi, rekabete
dayanamayanlar battı, işsizlik başladı.
Darwin' in doğal seleksiyonu da
bu çerçevede işliyordu. Buhara geçmeyenler kapanarak kayboluyorlardı,
eleniyorlardı. Zanaatkâr veya çiftçi olarak kalmakta direnenler
yoksullaşıyordu.
İşletmeler büyüdükçe yönetim
kavramı öne çıktı. İşletmeler departmanlara bölündü, işler işçiler arasında
bölündü, firmalar farklı tesislere bölündü. Böylece esneklik kaybolurken tek
başına ekonomik değeri olmayan uzmanlıklar ortaya çıktı. Sadece tek bir işi
yapabilen işçiler bir fabrikaya girmedikçe ekonomik açıdan değer
yaratamıyorlardı. Zanaatkârlık ölüyordu. Firmalarda silolar oluşmuştu.
Hedeflerle yönetim çerçevesinde departmanlara hedef verildi, dengeyi sağlamasını
umarak hedefler departmanlar arasında çatışmalar (conflict) yaratacak şekilde
kurgulandı. Kim güçlüyse onun dediği oluyordu.
Çalışma barışı çok zedelenmişti.
Sendikalar bu dönemde belirdi. Toplam Kalite Yönetimi veya Yalın veya diğer
öğretilerde hep müşteriye vurgu vardı, çalışanlar ihmal ediliyordu. Zaten
Taylor’a göre çalışan kol gücünden ibaretti, iş bölümü sayesinde
vasıfsızlaştırılmıştı ve kolayca gidenin yerine yenisi alınabiliyordu. Toplam
Kalite ve Yalın uygulamaları esnasında çalışanın kol gücünün yanı sıra bir
de “beyni” olduğu fark edilecekti.
Yönetimdeki yansımalardan
birincisi proje yönetimiydi. Gannt Şemalarıyla başlandı, Kritik Yol Yöntemi ve
derken PERT ortaya çıktı. Bu yöntemler o kadar iyiydi ki aya inişi bile
bunlarla kotarabilmiştik. İncelik dönemler arasındaki farklılıktı: O dönemde
bugünkünün aksine kaynaklar sınırsızdı, süreler yeterince paylı ve kesindi.
Değişkenlik yoktu veya göz ardı edilebiliyordu.
Bir diğer yansıması malzeme
kaynak planlaması oldu, zamanla üretim kaynak planlaması ve derken kurumsal
kaynak planlamasına evrildi. Varsayımlar aynıydı; kapasite sınırsızdı, akış
süreleri kesindi, değişkenlik göz ardı edilebiliyordu. Talep, arzdan fazlaydı,
ürünü itmek yeterliydi, ne kadar kötü performans gösterseniz de nasıl olsa her
şey satılıyordu. Nüfus ve gelir küresel olarak artıyordu. Savaşlar ekonomiyi
canlı tutuyordu.
Piyasalarda değişkenlik neredeyse
yoktu, aylar birbirini tekrar ediyordu, ürünler standarttı. Basit hareketli
ortalamayla bile isabetli satış tahmini yapılabiliyordu. Fazla stok olması
kimseyi üzmüyordu. Dolayısıyla basit tekrar sipariş kuralları, asgari sipariş
miktarı gibi kavramlar uygulanabiliyordu. Bunlar da malzeme kaynak planlamasına
entegre edilmişti.
Maliyetin büyük kısmı bu dönemde
hammaddeydi. İşçilik direk giderdi çünkü parça başı ödeniyordu. Genel
giderlerin payı %0,1 civarındaydı. Bu şartlar altında bugün bilinen adıyla
maliyet muhasebesi ortaya çıktı. Birim maliyet hesaplandı. Gider dünyasında
daha çok kâr elde edebilmek için birim maliyeti düşürmeliydik. Lokal verimi
artırmaya çalıştık, maliyet tasarrufu peşinde koştuk, bu sebeple küçüldük, işçi
çıkardık, taşeronlaştırdık, ürün ekledik, ürün iptal ettik, yatırım yaptık,
sözleşmeleri kabul veya red ettik.
Yine bu dönemde borsayı fark
ettik, farklı muhasebe yaklaşımlarının yatırımcıları yanılttığını görünce GAAP
(Generaly Accepted Accounting Principles) icat ettik, Amerika’ dan tüm dünyaya
yayıldı, kabul gördü. Geçmişe ait tek tip raporlama artık yapılabiliyordu. O
günlerde yönetim muhasebesi geleceğe dönük kararlar için düşünülmüştü ama
zamanla etkisini kaybetti ve GAAP tek geçerli muhasebe sistemi haline geldi.
Genel değerleri nakit akışı, ROI (Return on Investment) ve kârdı ancak bunlar
işletme katında kolay hesaplanabilir kavramlar değildi. İşletmeciler
önsezileriyle, GAAP çerçevesinde hazırlanan hedeflerin arasında çatışmada
(conflict) kalıyorlardı. Lokal verim kavramı maliyet muhasebesine de
taşınmıştı.
Henry Ford' un ulaştığı akış
seviyesine henüz ulaşılamamıştı. Bu dönemde FORD (tek tesiste entegre-akış-standart
ürün-itme tipi-kitle üretiminden) modelinden önce GM (çok modelli-çok partili-çok
tesisli-kâr merkezli-maliyet muhasebeli-itme tipi-atölye üretim) modeline
geçildi. Peşinden TOYOTA (yan sanayiyle kader birlikteliği-akış-çok
modelli-çekme tipi-yalın üretim) modeline geçildi.
Akış sistemleri gelir dünyasına
açılan kapıydı. İlk adım itme ve kitle tipi olmasına rağmen Ford'un seri
akışıydı. Bu sistemdeki ana sakınca bir aksama halinde fabrika çıktısının
durmasıydı. Dolayısıyla parçalar standartlaştırılmıştı, işler
standartlaştırılmıştı, en yüksek ücretlerle en iyi işçiler alınıyor ve
tutuluyordu, çok yoğun bir kalite kontrol işlemiyle hatalı parçalar sonraki
aşamaya ulaşmadan eleniyordu. Ford, kaliteyi üretemese bile seçebiliyordu. Sürekli
iyileştirme henüz bilinmiyordu. Aşırı üretim yere çizilen alanlarla veya daha
sonra konveyör bantla önlenmişti.
İkinci adım Toyota önderliğinde
yalın üretimle geldi. Toplam Kalite Yönetiminden esinlenmişti. Odaklanma yoktu,
her şey, her yerde, hemen, hep birlikte ve sürekli iyileştiriliyordu.
Taylor'dan bu yana ilk defa işçinin kol gücü yetmemişti, düşünmesi de
isteniyordu. Aşırı üretimi önlemek için kanban kartları geliştirilmişti.
Japonya'daki pazar şartları ABD deki gibi olmadığı için mecburen çok modelli-az
stoklu tek parça akış icat edilmişti. Uygulama uzun sürüyordu, işçinin fikir
birlikteliğini sağlamak zaman alıyordu, devamsızlık - makina arızaları - kalite
sorunları - proses değişkenliği - tip değişimi vb çalkalanmalar fabrika
çıktısına kadar etki edebiliyordu. Kapasitenin dengelenmesi akışı kırılgan
yapıyordu. Teknikleri, özünün önüne geçmişti, felsefesi iyi anlaşılamadı.
6Sigma bu kültürün içinden yeşerdi, değişkenlikle savaşmak istedi, beklenen
yararı maalesef sağlayamadı.
Teknolojik Toplum kitabının yazarı
Jacques Ellul “her teknik, önceden gelenler, arkadan geleni gerekli kıldığı
için ortaya çıkmıştır” der.
İhtiyaçlar, icatların anasıdır.
Üçüncü adım
Kısıtlar Yönetimiydi. Akıl ve önseziye çok uygundu, paradigmadaki değişimi fark
etmişti. Önce DBR üretim çözümüyle ve OPT atölye çizelgeleme yazılımı çıktı. Aşırı
üretimi önlemek üzere zaman kavramı kullanılmıştı. Peşinden The Goal kitabı
geldi. Zaman içinde Kritik Zincir Proje Yönetimi, Tedarik Zinciri çözümü,
Düşünme Süreci, Dönüşüm muhasebesi gibi ilavelerle gelişti. Sürekli gelişmeyi
öngörüyordu. Kurucusu E. M. Goldratt fizik profesörüydü ve özel sektör iş
tecrübesi yoktu. Kısa zamanda parlak sonuçlar veriyordu ve uygulamayı
izleyenler rekabet avantajlarını koruyabilmek için bunu gizli tutuyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder