22 Eylül 2015 Salı

B nin Hikayesi / Daniel Quinn / 1996 / kitap özeti ve yorum



B' nin Hikâyesi / Daniel Quinn / 1996 kitabın özet ve yorumudur. Kendi yorumlarımı italik dizdim.
 
Bazen anlatılanların doğru olması ama bunu daha önce fark etmemiş olmamız hoşumuza gitmez. Bazen açık seçik, ayan beyanın anlatılması sıkıcı olacağına ilginç gelir.
 
Eski zamanlarda A harfi "zina" yapanları markalamak için kullanılırmış. B harfiyse "dine küfredenleri" markalamak içinmiş. İşte bu yüzden kitabın adı B' nin hikâyesi.
 
Öğretiler iki gruba ayrılıyor: Birincisi halka açık olanlar, kolay, acemilere uygun olanlar. İkincisi istisnai öğrenciler için, açıklaması zor, derinlik içerenler. Bir öğretiyi tamamen verebilmek için önce zemin hazırlamak gerekiyor, halka açık ve kolay kısmı bitirmek.. Sonra da zor olanı aktarmak ama bunun için aynı dinleyicilerin her oturuma katılmasını sağlamak gerekiyor. Bu da paradigma değiştirmeyi zorlaştırıyor, her seferinde en başından almak gerekiyor, bu da devam eden dinleyiciyi sıkıyor, görünüp kaybolanlarla da zemin bir türlü hazırlanamıyor.
 
Dünyayı zihniyeti değişenler kurtaracak, ellerinde yeni programlar olan eski zihniyetliler değil. Einstein "sorunlar, bu sorunları yaratan bilinç düzeyinde çözülemez" derken bunu vurguluyordu. Zihniyet = Görüş, görüş akan bir nehirdir, programlarsa akışı engellemek için nehir yatağına kurulan setler. Sanayi Devrimi akan bir nehirdi, gerçekleşmesi için bir programa ihtiyacı yoktu. Kültürümüz bize sürekli acı çeksek bile görüşümüze sadık kalmamızı öğütler. Bu yüzden geç saatlere kadar çalışırız ama yine de olağanüstü iş sonuçları alamayız, ailemizle yeterince zaman geçiremeyiz, yatarken bile göz ucuyla epostalarımıza bakarız, bunu kader olarak benimseriz, çekeriz..
 
Bugünkü zihniyetimizle yaratılan nehir felakete doğru akıyor (eski paradigma), bu nehrin yatağını değiştirebilirsek (yeni paradigmaya değişebilirsek) eskiden hazırlanan setlere, yani programlara gerek kalmayacaktır.
 
Tarım Devrimi acaba gerçekten hayatı kolaylaştırmış mıydı? MÖ 10,000 yılından beri bu devrimin etkisinde yaşıyoruz. Daha önceki 3,000,000 yıllık dönemde insan türü yine vardı, avcı-toplayıcıydı, bu kadar stresli değildi, kanunlar yoktu, devletler yoktu, ezen-ezilen, efendi-köle, yöneten-yönetilen vs sınıflar yoktu.. Daha önce de farklı kültürler vardı, birbirlerinden haberdar olsalar bile birbirlerini değiştirmeye zorlamamışlardı. Neden Tarım Devrimi insan türü için en iyi çözüm olsundu? Neden bu tarz yaşam tüm komşu kültürlere dayatıldı? (Çiftçi Kabil, kardeşi Çoban Habil'i bu uğurda öldürmüştü) Evrim "tek doğru türe" yönelik değildir. İnsan türü de doğal seleksiyona tabidir, evrim bitmemiştir.
 
Tarım Devrimi, yiyecekle ilgili değildir, güçle ilgilidir. Dayatma da buradan gelir. Maymunla yapılan bir deneyde beynine zayıf bir elektrik sinyali veren tesisat hayvanın ulaşabileceği bir yere koyulmuştu. Sinyal, maymunun haz duymasını sağlayacaktı. Maymun tesadüfen düğmeye basmakla, haz duymak arasındaki ilişkiyi kavradı. Daha sonra yemekten, uykudan,... vazgeçerek sürekli düğmeye basmaya başladı. Araştırmacılar müdahale etmeseydi maymun "zevkten ölecekti". Tarım Devrimiyle kültürümüzün içinde olduğu durum işte budur. Elde ettiğimiz güce bağımlı olduk, dünyayı tüketiyoruz...
 
Bir başka öyküde üşüyen bir kral var, bilim adamları bunun diyetiyle ilgili olduğunu düşünüyor, büyük bütçelerle ciddi araştırmalar, türlü denemeler yapılıyor ama bir türlü sorun çözülmüyor. Bir gün birisi çıkıp, kralın çıplak olduğunu ve giyinmesi halinde üşümeyeceğini söylüyor. Bilim adamları açıklamanın basitliğini yadırgıyorlar, büyük bir kongre düzenliyorlar. Böylesine büyük bir sorunun (kralın üşümesi) çözümünün bu denli basit (üstüne bir şeyler giymesi) olamayacağını söylüyorlar, bunu söyleyen adam itibarını yitiriyor, diyet araştırmalarına geri dönülüyor. Kültürümüz yaklaşan tehlike, olası çözüm alternatifi hakkında işte bu kadar önyargılıdır.
 
 İsa peygamber ruhları kurtarmak için gelmişti. B, dünyayı kurtarmak istiyordu.
 
Semavi dinlerin tanrısı anlaşılmaz bir Tanrıdır. Yahudilerle yüzyıllarca konuşmuş ama kendini anlatamamıştır. Sonunda tek oğlunu (İsa) gönderir ama onunla da başarı sağlayamaz. En son Muhammed ile denedi ama yine olmadı. Yüzyıllar süren deneyimin özeti "kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma" öğretisiydi, gerçekten hepsi bu muydu? Evrenin gerçek tanrıları evreni yaratanlardı (yazar Pozitivizm olarak bilinen bilime düşkünlük fikrini benimsiyor).  Semavi dinlerin bilimle arası yoktur, herhangi bir uyumsuzluk riskini göze alamazlar (İslamda "beni en iyi alimler anlar", ilk ayet "oku", "ilim çinde olsa gidip alınız" hadisi, "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" Hz.Ali,... örnekler çoğaltılabilir, bilime karşıt bir tavır yoktur, yazar Yahudidir, İslamı yeterince tanımadığını düşünüyorum).  Semavi dinler insanı kusurlu kabul eder ve ölümle gelecek bireysel kurtuluşu özendirirler (İslamda Allah, kulunda suretini yaratmıştır, sureti kusurlu değildir, olamaz, her bir kulu cüzi iradesiyle kendi seçimlerini yaşar ve bireysel kurtuluşunu gerçekleştirir; kurtuluş ille de cennetle son bulmayabilir, cehennem de bir seçenektir. Hristiyanlıkta, Musevilikte herkese cennet kurtuluşu vaad edilir.)
 
Tarım Devriminin insan türünün üzerindeki kültürel etkisini anlamak için arkeoloji, tarih, antropoloji, biyoloji, sosyoloji gibi farklı disiplinlerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Bu eski paradigmanın lokal bakış açısında pek olası değildir. Herkes kendi işini yapar. (Aslında lokal yerine global bakışı koyan yeni paradigma bu uyanışı kendiliğinden sağlar ama kitlelere anlatılması için topyekün bir çaba gerekir).
 
Her yaşam topluluktan alınan bir borçtur ve bu borç ölümle geri ödenir. Hiç bir şey bundan muaf değildir. Beslenen her şey mutlaka besleyecektir ya da öldüğünde topluluğuna geri dönecektir.
 
Hayvandan insana doğru evrimde çizgi alet kullanıldığında aşılmadı, şempanzeler de alet kullanabiliyor. Çizgi, avcı olduğumuzda, izleri okumayı başardığımızda, öykü anlatabildiğimizde aştık; insan olduk. Tüm dini metinlerin Tarım Devrimi kültürüne uygun ve öykü formunda olduğunu hatırlayın lütfen. Bizim için gelecek takıntısı olmayan zeki bir tür düşünmek çok zordur. İnsan düşüncesi geleceğe açılan düşüncedir ve gelecek de kaçınılmaz olarak Tanrıların alanıdır. Sınırı aştığında tanrılarla karşılaşırsın.
 
İnsansız topluluklarda savaşa en çok benzeyen şey türler arasında değil, tür içindeydi. Avlanma bir savaş değildi.
 
Bize tarih unutturuldu. Bu sayede insanlık tarihi, kültürümüzün tarihine indirgenerek geri kalan %99,7 lik bölüm uzun bir giriş olarak görülüp göz ardı ediliyor. Gözümüzü açmalıyız. Bireysel yetmez, birbirimize öğretmeliyiz, kitlelere ulaşmalıyız. Kısıtlı Rekabet Kanunu, insan için de geçerlidir, doğal seleksiyondan kaçamayız.
 
Kaynayan kurbağa meselini yaşıyoruz. Kültürümüz alttan ısınıyor ve biz kurbağa gibi gülümsüyoruz, artık tehlikeli sınıra çoktan geldik. Neolitik çağın başında dünya nüfusu sadece 10,000,000 kişiydi, hem de 3,000,000 yılın sonunda. İkiye katlanması 19,000 yıl sürmüştü. Daha sonra ikiye katlanması için sırasıyla 5,000 yıl, 2,000 yıl, 1,600 yıl, 1,400 yıl aldı ve İsa'nın doğumu dediğimiz 0. yılda dünya nüfusu 200,000,000 kişiydi. İkiye katlanmalar 1,200 yıl, 500 yıl, 200 yıl, 60 yıl ve derken 1960 larda nüfus 3,000,000,000 kişiydi. 10 - 20 yıl içinde 6,000,000,000 kişiyi bulacağız. Kontrolsüz nüfus artışı dünyayı felakete sürüklüyor. Nüfus kontrol yöntemleri yeterince etkin değildir, etkin olan besin arzının kısılmasıdır.
 
3 aşamalı bir deney yapılıyor. İlk aşamada her gün aynı miktarda yem verilen kafesin içindeki kobay nüfusu bir yere kadar artıp, sabit kalıyor. İkinci aşamada her gün kobayların yediğinden %50 daha fazla yem veriliyor, kobay nüfusu patlıyor, kafes büyütülüyor, nüfus artmaya devam edince sonunda verilen yem miktarı sabitleniyor, kısa sürede nüfus artışı duruyor, nüfus sabitleniyor. Üçüncü aşamada kafese verilen yem miktarı kademeli olarak azaltılıyor ve nüfusun da buna paralel olarak azaldığı gözleniyor. İşte doğal seleksiyon, kıtlıksız, savaşsız... 
 

3 yorum:

  1. Herkes bence alip okumali, ozeti ile falan olacak birsey degil, zaten hos anlatimli ve surikleyici, ve bilgilendirici, insanin kendini geistirmesi, hayat hakinda bilinclenmesi icin, coook faydali olabilecek bir kitap.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklisiniz Bora Bey. Ozet sadece okuyucunun dogru kitabi secebilmasi icin bir arac, filmin fragmani gibi dusunebilirsiniz. Bu arada ayni yazarin Ismail kitabini da oneririm, selamlar...

      Sil
  2. Evet, kitabin , icindede bahsediyor, bu arada abim de tavsiye etti, o okulus hepsini evvelden, ben kitabi evde yeni buldum, ve evvelki gun bitirdim,
    ama Ismail yok evde, :))

    onuda ilk firsatta bulup okumak istiyorum. ;)
    Selamlar, iyigunler. :))

    YanıtlaSil