18 Mart 2015 Çarşamba

İsrail izlenimlerim - Mart 2015


İSRAİL İZLENİMLERİM, Mart 2015

Vize almam gerekti, ücretsizdi ama yine de vize vardı. Gitmeden önce NIS – Şekel buldum, bizde kolay rastlanılan bir para birimi değil. Kur lehimize, kabaca 1,50NIS = 1TL.

“Pasaporta damga bastırma” uyarısıyla çekinerek gittim. Pasaportum evlere şenlik, bir hafta Suudi Arabistan, 9 ay Mısır, bir hafta Endonezya, Türkmenistan, 5 ay Rusya,… Girişte kolaydı, pasaporta damga basılmadı, turnikeleri açacak renkli bir bilet basıp verdiler. Kendi vatandaşları parmak izli, retina taramalı self-check kiosklardan ülkeye giriş yapabiliyordu. Teknoloji !

Son derece askeri  idareli, hi-tech ve çölden ibaret bir ülke bekliyorum, göreceğiz bakalım…

Kısıtlar Teorisi literatüründe söz sahibi, en kıdemlilerden Eli Schragenheim ile tanışma fırsatım oldu. Beni evinde kabul etti. Taksideki navigasyon sokak adı ve kapı numarasıyla kolayca evi buldu. Bahçe içinde, iki katlı, müstakil bir evdi. Ferah salon güzel görünümlüydü, 7 kollu şamdanı fark ettim. Çalışma köşesini de salona yerleştirmişti. Çok mütevazi bir adam, kitaplarımı imzaladı, birlikte oturduk, eşi ve torunuyla da tanıştırdı. İçeriye ayakkabıyla girilmesi bizde alışık olunmayan bir durum. Arabası pasaklıydı, bakımsızdı ve umurunda bile değildi. Olgun, güngörmüş bir adamdı. Beni aile şirketlerine bıraktı.

Şirketi de oldukça mütevazi buldum, yazılım işi yapıyorlar, açık ofis olarak düzenlenmiş. Girişten parmak izi okutuyorlar, COO bile çıkarken okutmasını yaptı. Self servis bir mutfak alanı var, kahve, cips, kraker, poğaça, meyve vb koyulmuş, mikrodalga ve buzdolabı var. İçeride rahatlama salonu adı altında bilardo masası, rahat koltuklar vb olan bir bölüm var. Misafirler için wi-fi var. Sonradan anlıyorum ki ülkenin neredeyse tamamında free wi-fi olanağı sağlanmış, hücresel veri (3G) neredeyse gerekmiyor. Bu aslında devletin hem vatandaşları için bir servisi hem de cihazları ve dolayısıyla vatandaşlarını dijital olarak izlemenin bir yöntemi. Ben de “kabul ettim” tıklayarak sisteme katılıyorum.

Bize benzediklerini düşündüm, ten rengi aynı ancak çoğunda gözler renkli. Oldukça atletik görünüyorlar, saçlar genellikle çok kısa kesimli. Ortamdaki toz, sıcak hava, askeri eğilim düşünülürse makul bir tercihe benziyor. Sıcak kanlı insanlar, önyargısızlar. Ülke genel olarak Mısır’dan temiz ama İstanbul kadar temiz değil. Zengin bölgeler, marina vb var ama genelde sahaya yayılmış az katlı bir yerleşim söz konusu. Emniyet ana unsur. Caddeler kısa aralıklarla ışıklarla ve kavşaklarla bölünmüş, hızlanarak bir yere çarpmak gibi sıra dışı faaliyetler zor görünüyor.

Toplu taşıma zayıf, nüfus yoğunluğu az olduğu için  büyük araçlarla ana güzergahta taşıma ve küçük araçlarla tali güzergahları ana güzergaha bağlama mantığı var. Dolayısıyla bir yerden bir yere toplu taşımayla giderken iki aktarma normal sayılıyor. Büyük araçlar aynı zamanda hedef riski olarak değerlendiriliyor. AVM girişlerinde aynı gerekçeyle sıkı güvenlik var.

17 yaşını tamamlayan tüm kızlar ve erkekler merkezi bir seri sınava giriyor, sadece bilgi değil aynı zamanda psikometrik değerlendirme de yapılıyor. Katılımcılara bilgi veriliyor ve askeri teşkilat içinde uygun bölümlere yönlendiriliyorlar. Elit birimler için ayrıca ek sınavlar da yapılıyor. Ülkenin 17 yaşındaki en seçkin %2 lik dilimine yoğun bir eğitim yatırımı yapılıyor ve sadece 7 yıllık mecburi hizmetten sonra “iş kurmak” üzere serbest bırakılıyor. Kızlar 2 yıl, erkekler 3 yıl askerlik yapıyorlar, herkes silah kullanmayı biliyor, 40 yaşa kadar her sene 2 hafta tekrar eğitime çağrılıyorlar ve her defasında başka bir birimde çapraz eğitim uygulanıyor. Yolda karşılaştığınız herhangi bir hem tezgahtar hem tank topçusu çıkabiliyor! Askeri referans olmadan sivilde çalışılamıyor. Genellikle atletikler, kısıtlı olanaklar nedeniyle aşırı yeme eğilimi yok ve spor çok önemseniyor.

Ülke prensip olarak düz, bisiklet, elektrikli bisiklet, motorsiklet yaygın. Arabaların çoğunda bisiklet askısı göze çarpıyor. Şehir içinde kiralık bisiklet istasyonları var, bir noktadan kiralayıp bir diğerinde bırakabiliyorsunuz. Çocuklar için ilave koltuk çoğu bisiklette hazır bulunuyor. Outdoor aktivitelere de ilgi büyük. Sırt çantası kullanımı çok yaygın.

Kısıtlı olanaklarla iklimin elverdiği ölçüde ülke yeşertilmiş, tohum ıslahı, damla sulama, desalinasyon, nükleer enerji derken sıradan çölü “yuva” yapmayı başarmışlar. Arap ülkelerinde para olduğu halde bu denli bayındır hale gelemeyişleri vizyon eksikliğinden olsa gerek. İsrail’in nüfusu sadece 8 milyon, tüm dünyadakileri toplasanız 16 milyon ediyor, İstanbul kadar. Bu insanlar için İsrail gerektiğinde sığınılacak kurtuluş yeri, her sene kendiliğinden ve büyük miktarlarda parayı ülkelerine bağışlıyorlar, sürekli nakit girişi var.

Ülkede herkesin İbranice, Arapça, İngilizce konuşabiliyor olması çok havalı. Müslüman olmama rağmen Arapça bilmeyişimi ayıpladılar. Üstelik alfabe ve yazma yönünün farklı olması İngilizce öğrenmeyi onlar için zorlaştırıyor. Ülkenin resmi dili İbranice VE Arapça! İsrail vatandaşlarının %20 si Arap ve Yahudi değil. Onlar için pozitif ayrımcılık uygulanıyor, tabelalar üç dilli, işe alımlarda devlet %20 kontenjanı Araplar lehine kullanıyor. En bilinen Türkler Atatürk, Erdoğan, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay… Atatürk çok takdir ediliyor.

Yahudilik, İslama oldukça benziyor. Sünnet oluyorlar, domuz yemiyorlar, koşer ile helal neredeyse aynı, kadınlar arka planda, baş örtülüyor, tek Allah inancı var… Ülkede huzuru sağlamak üzere aşırı dincileri (Haramid) Kudüs’te bir araya getirmişler, onların çalışması ve askere gitmeleri gerekmiyor. Devlet maaş veriyor, işleri İsrail’in bekası için dua etmek ve geleneksel Yahudi inanç-hayat tarzını yaşatmak. Bunlara ek olarak çalışmasına izin verilmeyen Arap kökenli İsrail vatandaşları da düşünüldüğünde nüfusun yarısı çalışamıyor. Bu durumda diğer yarının üzerindeki yük iyice artıyor, üstelik Haramidler çok çocuk yaparak hızla çoğalıyor. Bu da İsrail hükumetini düşündürüyor.

Kuruluşundan bu yana sağ – sol bloklarda ama sürekli koalisyonla idare edilmişler. İktidar olsa işler hızlanabilirdi ancak hassas coğrafyada stabilite-denge kavramları hızdan daha önemli olmuş. Bu seferki seçimde sol blok avantajlı görünüyor ancak %16 ile ülkenin en büyük partisi olan Netanyahu sağ bloktan bir parti olduğu için kafaları karışık.

Kısıtlar Teorisini oluşturan Eliyahu M. Goldratt İsrail’li. Fizik doktoru. Arap-İsrail savaşlarının her üçünde de muharip olarak görev almış. Hiç özel sektör deneyimi yok. Temel Bilimlerdeki bakış açısını Beşeri Bilimlere uygulayarak büyük fark yaratmış, kendini bunu yaymaya adamış. Şirketi 1899 model bir binada çalışmaya devam ediyor, binanın özellikle dış dokusu büyük ölçüde korunmuş, içinde teknolojiye uygun bazı düzenlemeler yapılmış. Bizdekinin aksine görevli çaycı vb yok, herkes kendi işni kendisi görüyor. Açık mutfak, buzdolabı, mikrodalga, kraker, poğaça, meyve,.. var. Misafirler için bahçede saklama kapları içinde gelen az sayıda çeşit açık büfe sunuluyor. Plastik bardak, tabakla kendi servisimizi alarak masalara dağıldık. Goldratt çalışanları da iyi ev sahipleri olarak masalara dağıldı. Yemek temiz, leziz ve yeterliydi.


Sunumlar projeksiyonla yapıldı, genellikle slayttı, film izledik, simülasyon yaptık, bazı çalışmalara bizzat katıldık. Her soru ve sorunumuzla yakından ilgilendiler. Mümin Sekman’ ın anlattığı gibi B-İLGİ kelimesinin öyküsünü anlattım (bilginin %80 i ilgidir) ve Goldratt’ ın mezarını ziyaret etmek istedim. İlgilendiler, organize ettiler. İlk defa Yahudi mezarlığı gördüm. Bunun lüks bir versiyon olduğunu söylediler. Başımı bir şapka ile örtüp girdim. Yağmurlu bir gündü ama çamura batmadım. Mezarlığın bizdeki gibi bir yön kavramı yoktu, ayrıca tabiri caizse bir park gibi düzenlenmişti. Dallara takılan ruh kovalayanların tatlı şıkırtısı fon oluşturuyordu. Mezar taşları genellikle ham kaya parçalarıydı, ziyaretçiler kabirin üzerine taş bırakarak “taş üstüne taş koymuş” oluyorlar. Ayrıca Hristiyanlar gibi mum yakıyorlar ve uzun süre yanması için IKEA kutular bırakmışlar (İsrail’de bir IKEA mağazası var, Hayfa’da). Kabirlerin içlerinde de hortumlara bağlı damla sulama var, sürekli yemyeşil kalıyorlar. Goldratt’ ın kabirinin başında bir bank ve plastik kutu içinde kitap örnekleri var.


Bankta oturup, kitap okuyabiliyor ve rahmetliyle sohbet edebiliyorsunuz J Kişisel eşyalarının ve literatürdeki kitapların sergilendiği kütüphaneyi de gördüm. Kitapların büyük kısmını okuduğumu fark edince kendimle gurur duydum J Goldratt’ ın kızı Efrat Ashlag-Goldratt ile tanıştım, kitabımı imzalattım. Isn’t It Obvious? isimli kitabı Türkçe’ ye tercüme ettiğimi öğrenince sevindi. ABD de yerleşik TOC University için düşünce pratiği yapılıyordu. Henüz Türkiye’de kurumsal bir varlıkları yok, Türk müşteriler olmuş ama devam eden bir uygulama henüz yok. LODER-MTSO Ulusal Proje Yarışmasında Birincilik alan eserimin bu literatürde olması onları da heyecanlandırdı.

4 günlük TOC4EFC = Theory of Constraints for Ever Flourishing Company adı altında Kısıtlar Teorisi için giriş eğitimiydi. Benim seviyeme hafif geldi, onlar da fark etti ve Simulasyon ile ilgili bir kitabı hediye ederek ilave fırsat yaratmaya çalıştılar. Ayrıca danışmanlarla tanışma ve uzaktan eposta veya telefonla soru-cevap olanağına da bu vesileyle kavuştum.



Cuma günü 16:00 dan başlayarak tüm Cumartesi günü hayat duruyor, Şabat denilen dini hafta sonu tatili. Aslında hiç makine kullanmamaları bekleniyorken, Tel-Aviv (Seherdeki çiy damlası anlamında) gibi büyük şehirlerde eğlence hayatı devam ediyor. Yine de etrafta hazır mevziler, sığınaklar görülebiliyor. 1990 sonrası bina yönetmeliğinde sığınak zorunlu tutulmuş. Her evde bir “safe room” var, özel kapı-pencere sistemli, nükleer-kimyasal serpintiye karşı 2-3 gün dayanma kapasiteli, uygun maske-eldiven vb donanımlı. Siren çaldığında herkes ne yapacağını biliyor. Japonların depremle yaşamaya alışması gibi, İsrail’dekiler de savaşla yaşamaya alışmış. Herkesin kendisiyle ilgili kişisel sayılabilecek füze hatırası var J Iron Dome adıyla bilinen sistem ülkeye yönelen füzeleri havada imha ediyor. İsrail Başbakanını bir İsrail vatandaşı öldürdüğünden bu yana İsrail vatandaşları da aynı şekilde izleniyor. Halk artık bu aşırı izleme (1984-Big Brother is watching us) halinden bunalmış.

“Kudüs’te Cuma günü maraton varmış, şehir kapatılmış” denildiğinde şaşırdım. Koca bir şehir nasıl kapatılır ki? Ancak ihtiyaçlar icatları doğurmuş. Filistin olarak bilinen toprakların içinden bir koridor açılmış, iki ayrı otoyol yapılmış ve çevresi duvarlarla, tel örgülerle kapatılmış. Zavallı Filistinlilerin kimlikleri yok, pasaportları yok, okul-hastane-postane hiçbir şeyleri yok, açık cezaevi gibi.. Olay çıkmasın diye sürekli ikili – üçlü timler devriye geziyor, kontrol noktaları var. Dolayısıyla otoyolların üzerindeki kontrol noktalarını kapatınca şehre giriş-çıkışı kapatabiliyorsunuz.

Ülkeyi kuzeyden güneye kat eden üç ana otoyol güzergahı var. Bunlara plaka okuma sistemleri yerleştirilmiş. Böylece yol geçiş ücreti toplanıyor, radarla hız kontrolü yapılıyor ve araçlar arası emniyetli mesafe kontrol ediliyor. Bu mesafe kontrolü sanılanın aksine trafik için değil, bir sonraki aracın plakasını doğru okuyabilmek için gözetiliyor. Hem ücretlendirme hem de sahiden güvenlik amaçlı. Plaka okunamazsa kısa süre zarfında askeri tim kenara çekmenizi istiyor, gerçek zamanlı gerçek kişili veya online kontrollü bir izleme sistemi var. Bizde Fatih köprüsüne “yeni teknoloji” olarak gelen bu sistem İsrail’ de on yıllardır fiilen kullanılıyor!

Kudüs = Jerusalem, barış anlamında, özel bir şehir. Aynı mabedin içi Müslümanlar için, yan duvarı ve altı Yahudiler için kutsal kabul ediliyor. Hristiyanlığın merkezi denilince çoğumuz Vatikan’ı düşünüyoruz oysa Hz.İsa’ nın doğduğu, yaşadığı, yakalandığı, son yemeğini yediği, çarmıha gerildiği, göğe yükseldiği yerler hep buralarda, çoğunlukla da Kudüs’te. Dolayısıyla Hristiyanların Hacı rotası da burası. Çok sayıda ziyaretçi var, tam bir festival. Kente Jafa Gate içinden geçerek akşam vaktinde girdim. Kapalı çarşıyı ve Mardin’i andıran sokaklardan geçerek Müslüman bölgesine geldim. Mescid-i Aksa’ nın girişinde Arap gönüllüler rehberimi durdurdular, bana da kimlik sordular, ben içeri girdim. Daha önce Mescid-i Haram / Mekke’de  Müslüman olmayı bir ayrıcalık olarak hissetmiştim, yine oldu. Bana her yer serbestti ama diğerleri buraya giremiyordu. Ayrıca İslam alemi içinde de Türk olmayı ayrıcalıklı buluyorum, rağbet görüyorum, zaten bu alemdeki tek laik ülke ve fiilen en müreffeh olanı, ülkemle yine gurur duyuyorum

Akşam namazına yetiştim. Mescid-i Nebevi / Medine ve Mescid-i Haram / Mekke’den sonra İslamda önemli kabul edilen Mescid-i Aksa / Kudüs’ ü de görmeyi nasip ettiği için Rabbime şükrettim. Cemaat azdı. Halılar Türkiye’den gelmişti. Direk diplerinde sadece Arapça Kur’an bulunuyordu. Daha sonra çıkıp Kubbet-üs Sahara’ ya gittim. Altın kaplamalı kubbesi, som altından yapılmış ve Türkiye’den gelen mahcemi ve Osmanlı çini işçiliğiyle karanlık gecede bile güzel görünüyordu. İçeri girip, aşağıya indim. Gönüllü bir Arap cemaat polisi vardı, ona rağmen kendi başıma ibadet edebildim. Duygulandım. Tüm peygamberlerin safa geçtiği yerde, Hz.Muhammed’ in imamlık ettiği yerde, göğe yükseldiği yerdeydim! Ziyaretçilerin arasından Türk olanları elimle koymuş gibi seçtim, tebessüm ettik. Yüksek tavanların tamamında ahşap iskelelerle emniyete alma çabası fark ediliyordu. Aslında İsrail mescidin altında tünel kazmıyordu, o tüneller senelerdir zaten oradaydı. Yine de arkeolojik çalışmalar zaman zaman tavandan dökülmelere yol açtığı için telaşlanmak normal sayılmalı…
Daha sonra aynı mabedin yan duvarına geçtim, meşhur ağlama duvarı, Western Wall! Yahudi inancına göre kafama kipa geçirdim, duvara gittim, alıştığım gibi dua ettim, diğerleri gibi dilek tuttum. Sinagoga girdim, çok mütevaziydi, daha önce kilise ve camilerde görmediğim şekilde içeride kütüphane vardı. Her dilde hazırlanmış ahit kitabı (eski ahit=Tevrat ve yeni ahit=incil bir arada). Peşinden de tünellere indim. Rehberim gönüllü polisti, kimliği sayesinde aylar öncesinden rezervasyon yaptırmaya gerek kalmadan tünele girebildim. Bulduğum ilk turist kafilesinin arasına karışarak tüneli gezdim, etkilendim. Öncelikle seyirlik hale getirmişler, animasyonlar, maketler, seyir terasları, engelliler için motorlu kızaklar,… Uygun şekilde ışıklandırılmış, yardım edenlerin isimleri sergilenmiş, anma duvarları yapılmış. El yazmaları gösteriliyor..






Akşam saati olması itibariyle Kudüs’teki Hristiyan mahallesi kapalıydı, maalesef kiliseleri ve Hz.İsa’nın 14 istasyonu olarak bilinen güzergahı göremedim.

Ertesi gün Hayfa’ ya giderken yol üstünde Ortadoğunun en büyük şarapçısınız ziyaret ettik, mahzenlerini görme şansım oldu. İsrail coğrafyasının Fransa ve Kaliforniya ile benzerlikler gösterdiğini ve yüksek kalitede üzüm üretilebildiğini öğrendim. Fransız tekniyenlerin geleneksel tarzıyla ve meşe fıçılarda yaşlandırrak şarap yapıyorlar. Osmanlıdan özel izin alınarak üretime başlamışlar, savaş zamanlarında bile üretime devam etmişler. İklime uygun olarak seraların üzerini file benzeri bir malzemeyle kapatmışlar, tarım öncelikli konu olmuş.

Bahailerin Akka ve Hayfa’ da olmak üzere iki önemli merkezi var. Tüm semavi dinler ve Budizmin bir karması gibi görünüyor. Binanın uzaktan görünüşü Hristiyan esintili, yaklaşınca Arap figürleri fark ediliyor, Hilal motifleri ve ayakkabıları çıkarıp halı zemine basmak İslami esintili duruyor. Kapılardaki şamdan resimleri ve içerideki şamdanlar Musevi esintileri taşıyor. Bahçeler ve huzur Budizm kokuyor. Genel ilkeler de hepsiyle uyumlu ve barışçıl bir çizgide görünüyor. İçeride fotoğraf çekmek, konuşmak, dokunmak yasak. Her dilde önceden hazırlanmış broşürler dağıtılıyor. Manzarası şahane.



Hayfa’ dan Nazareth’ e geçtik. Hz.İsa’ nın doğduğu şehirde orijinal kilisenin üzerine modern bir giydirme yapılmış. Çok gösterişli ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen süslemeler duvarlarda sergileniyor. Huzurlu bir yer.



Kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, her üç semavi dinin de gönlünüzce yaşanabildiği değişik bir ülke burası. Aslında hem millet hem de ümmet devleti. Buna rağmen dinler arasında hoşgörü gözle görülür seviyede. Açıkçası arzu ettiğiniz laik veya mutaassıp İslami hayatı yaşamak için Türkiye’den bile daha uygun olduğunu düşündüm.

İsrail hakkında yazılmış bir kitabın özetini, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarıyla yapılan karşılaştırmasını http://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com.tr adresindeki blog sayfamın Şubat arşivinde bulabilirsiniz.

Hayatta kalma güdüsüyle motive olan, böylesine inanmış ve organize bir devletle ilk defa karşılaştım. Etkilendim. Ancak bir hafta içinde “bitse de dönsek” havasına girdim. Taş yerinde ağır. Memleketim bir tane!

Eve geldiğimde bavulumun açılmış olduğunu fark ettim. Bir de mektup vardı: Kibarca bavulu incelediklerini yazmışlar…

Uçağa bindiğimde hosteslere sarılmamak için kendimi zor tuttum J Kendi havayolları olmasına rağmen El-Al yerine THY tercih ediyorlar; en önemli faktörler fiyat ve aktarmalı uçuşlarda zaman uygunluğu. Şahane servis demeyi kendilerine yedirememiş olmalılar… Bence THY Türkiye’nin on numara vitrini, en azından benim göz bebeğim..






3 yorum:

  1. Utkan Bey,
    Her zaman olduğu gibi gözlem ve detaylara önem veren anlatımınızla, keyifle okunan bir yazı olmuş.
    Tebrikler ve başarılar,
    Kutlu Çeceli

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.
      İnsan neye alıştıysa öyle kalıyormuş sahiden...

      Sil
  2. Tebrikler Utkan Bey bende üşenmeden okudum:)

    YanıtlaSil