İSRAİL İZLENİMLERİM,
Mart 2015
Vize almam gerekti, ücretsizdi
ama yine de vize vardı. Gitmeden önce NIS – Şekel buldum, bizde kolay
rastlanılan bir para birimi değil. Kur lehimize, kabaca 1,50NIS = 1TL.
“Pasaporta damga
bastırma” uyarısıyla çekinerek gittim. Pasaportum evlere şenlik, bir hafta
Suudi Arabistan, 9 ay Mısır, bir hafta Endonezya, Türkmenistan, 5 ay Rusya,…
Girişte kolaydı, pasaporta damga basılmadı, turnikeleri açacak renkli bir bilet
basıp verdiler. Kendi vatandaşları parmak izli, retina taramalı self-check
kiosklardan ülkeye giriş yapabiliyordu. Teknoloji !
Son derece askeri idareli, hi-tech ve çölden ibaret bir ülke
bekliyorum, göreceğiz bakalım…
Kısıtlar Teorisi
literatüründe söz sahibi, en kıdemlilerden Eli Schragenheim ile tanışma
fırsatım oldu. Beni evinde kabul etti. Taksideki navigasyon sokak adı ve kapı
numarasıyla kolayca evi buldu. Bahçe içinde, iki katlı, müstakil bir evdi.
Ferah salon güzel görünümlüydü, 7 kollu şamdanı fark ettim. Çalışma köşesini de
salona yerleştirmişti. Çok mütevazi bir adam, kitaplarımı imzaladı, birlikte
oturduk, eşi ve torunuyla da tanıştırdı. İçeriye ayakkabıyla girilmesi bizde
alışık olunmayan bir durum. Arabası pasaklıydı, bakımsızdı ve umurunda bile
değildi. Olgun, güngörmüş bir adamdı. Beni aile şirketlerine bıraktı.
Şirketi de oldukça mütevazi
buldum, yazılım işi yapıyorlar, açık ofis olarak düzenlenmiş. Girişten parmak
izi okutuyorlar, COO bile çıkarken okutmasını yaptı. Self servis bir mutfak
alanı var, kahve, cips, kraker, poğaça, meyve vb koyulmuş, mikrodalga ve
buzdolabı var. İçeride rahatlama salonu adı altında bilardo masası, rahat
koltuklar vb olan bir bölüm var. Misafirler için wi-fi var. Sonradan anlıyorum
ki ülkenin neredeyse tamamında free wi-fi olanağı sağlanmış, hücresel veri (3G)
neredeyse gerekmiyor. Bu aslında devletin hem vatandaşları için bir servisi hem
de cihazları ve dolayısıyla vatandaşlarını dijital olarak izlemenin bir
yöntemi. Ben de “kabul ettim” tıklayarak sisteme katılıyorum.
Bize benzediklerini
düşündüm, ten rengi aynı ancak çoğunda gözler renkli. Oldukça atletik
görünüyorlar, saçlar genellikle çok kısa kesimli. Ortamdaki toz, sıcak hava,
askeri eğilim düşünülürse makul bir tercihe benziyor. Sıcak kanlı insanlar,
önyargısızlar. Ülke genel olarak Mısır’dan temiz ama İstanbul kadar temiz
değil. Zengin bölgeler, marina vb var ama genelde sahaya yayılmış az katlı bir
yerleşim söz konusu. Emniyet ana unsur. Caddeler kısa aralıklarla ışıklarla ve
kavşaklarla bölünmüş, hızlanarak bir yere çarpmak gibi sıra dışı faaliyetler
zor görünüyor.
Toplu taşıma zayıf,
nüfus yoğunluğu az olduğu için büyük
araçlarla ana güzergahta taşıma ve küçük araçlarla tali güzergahları ana güzergaha
bağlama mantığı var. Dolayısıyla bir yerden bir yere toplu taşımayla giderken
iki aktarma normal sayılıyor. Büyük araçlar aynı zamanda hedef riski olarak
değerlendiriliyor. AVM girişlerinde aynı gerekçeyle sıkı güvenlik var.
17 yaşını tamamlayan tüm kızlar
ve erkekler merkezi bir seri sınava giriyor, sadece bilgi değil aynı zamanda
psikometrik değerlendirme de yapılıyor. Katılımcılara bilgi veriliyor ve askeri
teşkilat içinde uygun bölümlere yönlendiriliyorlar. Elit birimler için ayrıca
ek sınavlar da yapılıyor. Ülkenin 17 yaşındaki en seçkin %2 lik dilimine yoğun
bir eğitim yatırımı yapılıyor ve sadece 7 yıllık mecburi hizmetten sonra “iş
kurmak” üzere serbest bırakılıyor. Kızlar 2 yıl, erkekler 3 yıl askerlik
yapıyorlar, herkes silah kullanmayı biliyor, 40 yaşa kadar her sene 2 hafta
tekrar eğitime çağrılıyorlar ve her defasında başka bir birimde çapraz eğitim uygulanıyor.
Yolda karşılaştığınız herhangi bir hem tezgahtar hem tank topçusu çıkabiliyor! Askeri
referans olmadan sivilde çalışılamıyor. Genellikle atletikler, kısıtlı olanaklar
nedeniyle aşırı yeme eğilimi yok ve spor çok önemseniyor.
Ülke prensip olarak düz,
bisiklet, elektrikli bisiklet, motorsiklet yaygın. Arabaların çoğunda bisiklet
askısı göze çarpıyor. Şehir içinde kiralık bisiklet istasyonları var, bir
noktadan kiralayıp bir diğerinde bırakabiliyorsunuz. Çocuklar için ilave koltuk
çoğu bisiklette hazır bulunuyor. Outdoor aktivitelere de ilgi büyük. Sırt
çantası kullanımı çok yaygın.
Kısıtlı olanaklarla
iklimin elverdiği ölçüde ülke yeşertilmiş, tohum ıslahı, damla sulama,
desalinasyon, nükleer enerji derken sıradan çölü “yuva” yapmayı başarmışlar.
Arap ülkelerinde para olduğu halde bu denli bayındır hale gelemeyişleri vizyon
eksikliğinden olsa gerek. İsrail’in nüfusu sadece 8 milyon, tüm dünyadakileri
toplasanız 16 milyon ediyor, İstanbul kadar. Bu insanlar için İsrail gerektiğinde
sığınılacak kurtuluş yeri, her sene kendiliğinden ve büyük miktarlarda parayı
ülkelerine bağışlıyorlar, sürekli nakit girişi var.
Ülkede herkesin İbranice, Arapça,
İngilizce konuşabiliyor olması çok havalı. Müslüman olmama rağmen Arapça
bilmeyişimi ayıpladılar. Üstelik alfabe ve yazma yönünün farklı olması
İngilizce öğrenmeyi onlar için zorlaştırıyor. Ülkenin resmi dili İbranice VE
Arapça! İsrail vatandaşlarının %20 si Arap ve Yahudi değil. Onlar için pozitif
ayrımcılık uygulanıyor, tabelalar üç dilli, işe alımlarda devlet %20 kontenjanı
Araplar lehine kullanıyor. En bilinen Türkler Atatürk, Erdoğan, İbrahim
Tatlıses, Orhan Gencebay… Atatürk çok takdir ediliyor.
Yahudilik, İslama oldukça
benziyor. Sünnet oluyorlar, domuz yemiyorlar, koşer ile helal neredeyse aynı,
kadınlar arka planda, baş örtülüyor, tek Allah inancı var… Ülkede huzuru
sağlamak üzere aşırı dincileri (Haramid) Kudüs’te bir araya getirmişler, onların
çalışması ve askere gitmeleri gerekmiyor. Devlet maaş veriyor, işleri İsrail’in
bekası için dua etmek ve geleneksel Yahudi inanç-hayat tarzını yaşatmak.
Bunlara ek olarak çalışmasına izin verilmeyen Arap kökenli İsrail vatandaşları
da düşünüldüğünde nüfusun yarısı çalışamıyor. Bu durumda diğer yarının
üzerindeki yük iyice artıyor, üstelik Haramidler çok çocuk yaparak hızla
çoğalıyor. Bu da İsrail hükumetini düşündürüyor.
Kuruluşundan bu yana
sağ – sol bloklarda ama sürekli koalisyonla idare edilmişler. İktidar olsa
işler hızlanabilirdi ancak hassas coğrafyada stabilite-denge kavramları hızdan
daha önemli olmuş. Bu seferki seçimde sol blok avantajlı görünüyor ancak %16
ile ülkenin en büyük partisi olan Netanyahu sağ bloktan bir parti olduğu için
kafaları karışık.
Kısıtlar Teorisini
oluşturan Eliyahu M. Goldratt İsrail’li. Fizik doktoru. Arap-İsrail
savaşlarının her üçünde de muharip olarak görev almış. Hiç özel sektör deneyimi
yok. Temel Bilimlerdeki bakış açısını Beşeri Bilimlere uygulayarak büyük fark
yaratmış, kendini bunu yaymaya adamış. Şirketi 1899 model bir binada çalışmaya
devam ediyor, binanın özellikle dış dokusu büyük ölçüde korunmuş, içinde
teknolojiye uygun bazı düzenlemeler yapılmış. Bizdekinin aksine görevli çaycı
vb yok, herkes kendi işni kendisi görüyor. Açık mutfak, buzdolabı, mikrodalga,
kraker, poğaça, meyve,.. var. Misafirler için bahçede saklama kapları içinde
gelen az sayıda çeşit açık büfe sunuluyor. Plastik bardak, tabakla kendi
servisimizi alarak masalara dağıldık. Goldratt çalışanları da iyi ev sahipleri
olarak masalara dağıldı. Yemek temiz, leziz ve yeterliydi.
Sunumlar projeksiyonla yapıldı, genellikle slayttı, film izledik, simülasyon yaptık, bazı çalışmalara bizzat katıldık. Her soru ve sorunumuzla yakından ilgilendiler. Mümin Sekman’ ın anlattığı gibi B-İLGİ kelimesinin öyküsünü anlattım (bilginin %80 i ilgidir) ve Goldratt’ ın mezarını ziyaret etmek istedim. İlgilendiler, organize ettiler. İlk defa Yahudi mezarlığı gördüm. Bunun lüks bir versiyon olduğunu söylediler. Başımı bir şapka ile örtüp girdim. Yağmurlu bir gündü ama çamura batmadım. Mezarlığın bizdeki gibi bir yön kavramı yoktu, ayrıca tabiri caizse bir park gibi düzenlenmişti. Dallara takılan ruh kovalayanların tatlı şıkırtısı fon oluşturuyordu. Mezar taşları genellikle ham kaya parçalarıydı, ziyaretçiler kabirin üzerine taş bırakarak “taş üstüne taş koymuş” oluyorlar. Ayrıca Hristiyanlar gibi mum yakıyorlar ve uzun süre yanması için IKEA kutular bırakmışlar (İsrail’de bir IKEA mağazası var, Hayfa’da). Kabirlerin içlerinde de hortumlara bağlı damla sulama var, sürekli yemyeşil kalıyorlar. Goldratt’ ın kabirinin başında bir bank ve plastik kutu içinde kitap örnekleri var.
Bankta oturup, kitap okuyabiliyor ve rahmetliyle sohbet edebiliyorsunuz J Kişisel eşyalarının ve literatürdeki kitapların sergilendiği kütüphaneyi de gördüm. Kitapların büyük kısmını okuduğumu fark edince kendimle gurur duydum J Goldratt’ ın kızı Efrat Ashlag-Goldratt ile tanıştım, kitabımı imzalattım. Isn’t It Obvious? isimli kitabı Türkçe’ ye tercüme ettiğimi öğrenince sevindi. ABD de yerleşik TOC University için düşünce pratiği yapılıyordu. Henüz Türkiye’de kurumsal bir varlıkları yok, Türk müşteriler olmuş ama devam eden bir uygulama henüz yok. LODER-MTSO Ulusal Proje Yarışmasında Birincilik alan eserimin bu literatürde olması onları da heyecanlandırdı.
4 günlük TOC4EFC =
Theory of Constraints for Ever Flourishing Company adı altında Kısıtlar Teorisi
için giriş eğitimiydi. Benim seviyeme hafif geldi, onlar da fark etti ve
Simulasyon ile ilgili bir kitabı hediye ederek ilave fırsat yaratmaya
çalıştılar. Ayrıca danışmanlarla tanışma ve uzaktan eposta veya telefonla
soru-cevap olanağına da bu vesileyle kavuştum.
Cuma günü 16:00 dan
başlayarak tüm Cumartesi günü hayat duruyor, Şabat denilen dini hafta sonu
tatili. Aslında hiç makine kullanmamaları bekleniyorken, Tel-Aviv (Seherdeki
çiy damlası anlamında) gibi büyük şehirlerde eğlence hayatı devam ediyor. Yine
de etrafta hazır mevziler, sığınaklar görülebiliyor. 1990 sonrası bina
yönetmeliğinde sığınak zorunlu tutulmuş. Her evde bir “safe room” var, özel
kapı-pencere sistemli, nükleer-kimyasal serpintiye karşı 2-3 gün dayanma
kapasiteli, uygun maske-eldiven vb donanımlı. Siren çaldığında herkes ne yapacağını
biliyor. Japonların depremle yaşamaya alışması gibi, İsrail’dekiler de savaşla
yaşamaya alışmış. Herkesin kendisiyle ilgili kişisel sayılabilecek füze
hatırası var J
Iron Dome adıyla bilinen sistem ülkeye yönelen füzeleri havada imha ediyor.
İsrail Başbakanını bir İsrail vatandaşı öldürdüğünden bu yana İsrail
vatandaşları da aynı şekilde izleniyor. Halk artık bu aşırı izleme (1984-Big
Brother is watching us) halinden bunalmış.
“Kudüs’te Cuma günü maraton
varmış, şehir kapatılmış” denildiğinde şaşırdım. Koca bir şehir nasıl kapatılır
ki? Ancak ihtiyaçlar icatları doğurmuş. Filistin olarak bilinen toprakların
içinden bir koridor açılmış, iki ayrı otoyol yapılmış ve çevresi duvarlarla,
tel örgülerle kapatılmış. Zavallı Filistinlilerin kimlikleri yok, pasaportları
yok, okul-hastane-postane hiçbir şeyleri yok, açık cezaevi gibi.. Olay çıkmasın
diye sürekli ikili – üçlü timler devriye geziyor, kontrol noktaları var. Dolayısıyla
otoyolların üzerindeki kontrol noktalarını kapatınca şehre giriş-çıkışı
kapatabiliyorsunuz.
Ülkeyi kuzeyden güneye
kat eden üç ana otoyol güzergahı var. Bunlara plaka okuma sistemleri
yerleştirilmiş. Böylece yol geçiş ücreti toplanıyor, radarla hız kontrolü
yapılıyor ve araçlar arası emniyetli mesafe kontrol ediliyor. Bu mesafe kontrolü
sanılanın aksine trafik için değil, bir sonraki aracın plakasını doğru
okuyabilmek için gözetiliyor. Hem ücretlendirme hem de sahiden güvenlik amaçlı.
Plaka okunamazsa kısa süre zarfında askeri tim kenara çekmenizi istiyor, gerçek
zamanlı gerçek kişili veya online kontrollü bir izleme sistemi var. Bizde Fatih
köprüsüne “yeni teknoloji” olarak gelen bu sistem İsrail’ de on yıllardır
fiilen kullanılıyor!
Kudüs = Jerusalem,
barış anlamında, özel bir şehir. Aynı mabedin içi Müslümanlar için, yan duvarı
ve altı Yahudiler için kutsal kabul ediliyor. Hristiyanlığın merkezi denilince
çoğumuz Vatikan’ı düşünüyoruz oysa Hz.İsa’ nın doğduğu, yaşadığı, yakalandığı,
son yemeğini yediği, çarmıha gerildiği, göğe yükseldiği yerler hep buralarda,
çoğunlukla da Kudüs’te. Dolayısıyla Hristiyanların Hacı rotası da burası. Çok
sayıda ziyaretçi var, tam bir festival. Kente Jafa Gate içinden geçerek akşam
vaktinde girdim. Kapalı çarşıyı ve Mardin’i andıran sokaklardan geçerek
Müslüman bölgesine geldim. Mescid-i Aksa’ nın girişinde Arap gönüllüler
rehberimi durdurdular, bana da kimlik sordular, ben içeri girdim. Daha önce
Mescid-i Haram / Mekke’de Müslüman olmayı
bir ayrıcalık olarak hissetmiştim, yine oldu. Bana her yer serbestti ama
diğerleri buraya giremiyordu. Ayrıca İslam alemi içinde de Türk olmayı
ayrıcalıklı buluyorum, rağbet görüyorum, zaten bu alemdeki tek laik ülke ve
fiilen en müreffeh olanı, ülkemle yine gurur duyuyorum J
Akşam namazına
yetiştim. Mescid-i Nebevi / Medine ve Mescid-i Haram / Mekke’den sonra İslamda
önemli kabul edilen Mescid-i Aksa / Kudüs’ ü de görmeyi nasip ettiği için
Rabbime şükrettim. Cemaat azdı. Halılar Türkiye’den gelmişti. Direk diplerinde
sadece Arapça Kur’an bulunuyordu. Daha sonra çıkıp Kubbet-üs Sahara’ ya gittim.
Altın kaplamalı kubbesi, som altından yapılmış ve Türkiye’den gelen mahcemi ve
Osmanlı çini işçiliğiyle karanlık gecede bile güzel görünüyordu. İçeri girip,
aşağıya indim. Gönüllü bir Arap cemaat polisi vardı, ona rağmen kendi başıma
ibadet edebildim. Duygulandım. Tüm peygamberlerin safa geçtiği yerde,
Hz.Muhammed’ in imamlık ettiği yerde, göğe yükseldiği yerdeydim! Ziyaretçilerin
arasından Türk olanları elimle koymuş gibi seçtim, tebessüm ettik. Yüksek
tavanların tamamında ahşap iskelelerle emniyete alma çabası fark ediliyordu.
Aslında İsrail mescidin altında tünel kazmıyordu, o tüneller senelerdir zaten
oradaydı. Yine de arkeolojik çalışmalar zaman zaman tavandan dökülmelere yol
açtığı için telaşlanmak normal sayılmalı…
Daha sonra aynı
mabedin yan duvarına geçtim, meşhur ağlama duvarı, Western Wall! Yahudi
inancına göre kafama kipa geçirdim, duvara gittim, alıştığım gibi dua ettim,
diğerleri gibi dilek tuttum. Sinagoga girdim, çok mütevaziydi, daha önce kilise
ve camilerde görmediğim şekilde içeride kütüphane vardı. Her dilde hazırlanmış
ahit kitabı (eski ahit=Tevrat ve yeni ahit=incil bir arada). Peşinden de
tünellere indim. Rehberim gönüllü polisti, kimliği sayesinde aylar öncesinden
rezervasyon yaptırmaya gerek kalmadan tünele girebildim. Bulduğum ilk turist kafilesinin
arasına karışarak tüneli gezdim, etkilendim. Öncelikle seyirlik hale
getirmişler, animasyonlar, maketler, seyir terasları, engelliler için motorlu
kızaklar,… Uygun şekilde ışıklandırılmış, yardım edenlerin isimleri
sergilenmiş, anma duvarları yapılmış. El yazmaları gösteriliyor..
Akşam saati olması itibariyle
Kudüs’teki Hristiyan mahallesi kapalıydı, maalesef kiliseleri ve Hz.İsa’nın 14
istasyonu olarak bilinen güzergahı göremedim.
Ertesi gün Hayfa’ ya
giderken yol üstünde Ortadoğunun en büyük şarapçısınız ziyaret ettik,
mahzenlerini görme şansım oldu. İsrail coğrafyasının Fransa ve Kaliforniya ile
benzerlikler gösterdiğini ve yüksek kalitede üzüm üretilebildiğini öğrendim.
Fransız tekniyenlerin geleneksel tarzıyla ve meşe fıçılarda yaşlandırrak şarap
yapıyorlar. Osmanlıdan özel izin alınarak üretime başlamışlar, savaş zamanlarında
bile üretime devam etmişler. İklime uygun olarak seraların üzerini file benzeri
bir malzemeyle kapatmışlar, tarım öncelikli konu olmuş.
Bahailerin Akka ve
Hayfa’ da olmak üzere iki önemli merkezi var. Tüm semavi dinler ve Budizmin bir
karması gibi görünüyor. Binanın uzaktan görünüşü Hristiyan esintili, yaklaşınca
Arap figürleri fark ediliyor, Hilal motifleri ve ayakkabıları çıkarıp halı
zemine basmak İslami esintili duruyor. Kapılardaki şamdan resimleri ve
içerideki şamdanlar Musevi esintileri taşıyor. Bahçeler ve huzur Budizm
kokuyor. Genel ilkeler de hepsiyle uyumlu ve barışçıl bir çizgide görünüyor. İçeride
fotoğraf çekmek, konuşmak, dokunmak yasak. Her dilde önceden hazırlanmış
broşürler dağıtılıyor. Manzarası şahane.
Hayfa’ dan Nazareth’
e geçtik. Hz.İsa’ nın doğduğu şehirde orijinal kilisenin üzerine modern bir
giydirme yapılmış. Çok gösterişli ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen
süslemeler duvarlarda sergileniyor. Huzurlu bir yer.
İsrail hakkında yazılmış bir
kitabın özetini, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarıyla yapılan
karşılaştırmasını http://daha-iyisini-yapabilirmiyiz.blogspot.com.tr
adresindeki blog sayfamın Şubat arşivinde bulabilirsiniz.
Hayatta kalma güdüsüyle motive
olan, böylesine inanmış ve organize bir devletle ilk defa karşılaştım.
Etkilendim. Ancak bir hafta içinde “bitse de dönsek” havasına girdim. Taş
yerinde ağır. Memleketim bir tane!
Eve geldiğimde bavulumun açılmış
olduğunu fark ettim. Bir de mektup vardı: Kibarca bavulu incelediklerini
yazmışlar…
Uçağa bindiğimde hosteslere
sarılmamak için kendimi zor tuttum J
Kendi havayolları olmasına rağmen El-Al yerine THY tercih ediyorlar; en önemli
faktörler fiyat ve aktarmalı uçuşlarda zaman uygunluğu. Şahane servis demeyi
kendilerine yedirememiş olmalılar… Bence THY Türkiye’nin on numara vitrini, en
azından benim göz bebeğim..
Utkan Bey,
YanıtlaSilHer zaman olduğu gibi gözlem ve detaylara önem veren anlatımınızla, keyifle okunan bir yazı olmuş.
Tebrikler ve başarılar,
Kutlu Çeceli
Teşekkür ederim.
Silİnsan neye alıştıysa öyle kalıyormuş sahiden...
Tebrikler Utkan Bey bende üşenmeden okudum:)
YanıtlaSil