İnsanlar kendimizi görebileceğimiz birer aynadır. Herkeste kendimizi görürüz ama onlar bizi kendileri gibi göremiyorlar çünkü herkes farkında olmadığı bir rüyayı yaşıyor, aynaların arasında rüyalardan oluşan bir duman var (matrix gibi).
Büyük rüya biz doğmadan önce görülendir, buna toplumsal rüya deniyor, yaşadığımız dünyayı tarif ediyor. Rüyalardan öğrenme kapasitemizle doğuyoruz; aile-okul-dinler aracılığıyla toplumsal rüyayı öğreniyoruz. Dikkatimizi çekiyorlar, seçme hakkımız olmayan dil-din anlaşmalarıyla tekrar edilerek mesajı veriyorlar, anlaşmaya katılarak bilgiyi depoluyoruz yani öğreniyoruz. Katıldığımız için inanıyoruz, inançlı oluyoruz. İşte böylece evcilleştiriliyoruz. Kedi, köpek eğitim yöntemiyle çocuklarımızı eğitiyoruz. Zamanla daha fazla eğitime ihtiyacımız olmayacak kadar, yani artık kendi kendimizin eğitmeni olacak kadar ustalaşıyoruz.
Zihnimizde kendimiz dahil her şeyi, herkesi sürekli yargılayan bir yargıç ve bu yargıcın verdiği suçluluğu-utancı taşımak zorunda olan bir kurban vardır. Gerçek adalette her hatanın bedeli bir sefer ödenir ancak zihnimizdeki yargıç hatanın bedelini her hatırladığımızda tekrar ödetir, basbayağı zalimdir, adaletsizdir. Bu nedenle zihnimiz aynalar arasındaki sisin ta kendisidir. Herkes konuşuyor ama hiç birini anlayacak kadar duyamıyoruz.
En büyük korkumuz ölmek değil, yaşamak için risk almaktan korkmaktır.
Birinci Anlaşma: Kullandığın sözcükleri özenle seç: Sözlerle düşünürüz, diğer canlıların aksine konuşabiliriz. Zihnimize bir sebeple giren her söz verimli tarlaya düşen bir tohumdur; iyi veya kötü olabilir; bizi etkiler. Çevremizdekiler nasıl davranırsak bize aynı şekilde davranacaklardır. Huzurlu-sevecen bir ortam arıyorsak bunu ifade eden sözcüklerle konuşmamız gerekir. Söz büyüyse, dedikodu kara büyüdür.
İkinci Anlaşma: Hiçbir şeyi kişisel algılama: Kişisel algılamak ancak söylenene katılmakla mümkündür. Bu bencilliğin son perdesidir, dünyadaki her şeyin bizimle ilgili olduğunu sanmaktır. Kişisel algılayınca, "bizim" olur, savunmaya geçeriz. Olumlu veya olumsuz, bize söylenenler sadece söyleyenlerin kendi anlayışını yansıtır, katılmazsak, kişisel algılamayız, dolayısıyla görüşümüzü kapatan sis koyulaşmaz.
Üçüncü Anlaşma: Varsayımlarda bulunmayın: Varsayımların gerçek olduğuna inanabiliriz, hayatımızı gereksiz yere zorlaştırabiliriz. Varsaymak yerine soru sorun, anlamaya çalışın. Kendinizi de sorgulayın.
Dördüncü Anlaşma: Daima yapabildiğinin en iyisini yap: Her zaman elinizden gelenin en iyisini yapın ama unutmayın zaman değiştikçe şartlar ve siz de değişirsiniz, artık "en iyinin tanımı da" değişir; yani bu bir yolculuktur, menzil değil. Bu hayatı hoşunuza gittiği için yaşama fırsatı verecektir, mecbur olduğunuz için değil. Mecbur kalarak yapılan bir iş, en iyi iş olamayacaktır. Aksiyon, hayata heyecan katar.
Sözlerinizde özenli olduğunuzda, hiçbir şeyi kişisel algılamadığınızda, varsaymadığınızda, daima yapabileceğinizin en iyisini yaptığınızda harika bir yaşamınız olacaktır. Toplumsal rüyayı bireysel cennet rüyasına dönüştüreceksiniz.
Gerçekten özgür müyüz? Çocukken "saftık, lekesizdik", yetişkinlikte nasıl bu hale geldik? Problemin çözümü için üç ustalığı geliştirmek gerekiyor:
- Farkındalık: Ben aslında kimim? Yargıç, kurban ve inançlar (paradigma) parazittir. Mücadele edilmelidir. Farkında olmak sizi üstün-akıllı yapmaz.
- Dönüşüm: Nasıl değiştireceğim? Affetmek iyileştirir. Kurban değil savaşçı olun. Denemeyi bırakın, eyleme geçin.
- Niyet: Her şeyde tanrıdan bir iz var, ortak dilimiz sevgidir. "Bilmeyeniz", anlamamız gerekmiyor, sadece bu anda olmamız yeter! Düşünmek-inanmak yerine "görmeyi" öğrenin. Saygı, mevcut olan her şeyi olduğu gibi kabul etmektir; hak ve saygı kol koladır.
Beşinci Anlaşma: Kuşkulu ol ama dinlemeyi de bil: Eleştirmek, hak vermek zorunda olmadan sadece dinleyin. Söylediklerimizden sorumluyuz, diğerinin ne anladığından değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder