Kitaptan ilgimi çeken yerleri sıralıyorum, kendi notlarım italik dizilidir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminde imparatorluk yıllarca "kanun kuvvetinde kararnamelerle" yönetildi. Diktatörlüğün de avantajları var. Türkler baştaki kudretli tek hakimle (kaan, sultan, padişah, komutan,...) yaşamaya alışık, baştaki iyiyse her şey iyi, baştaki kötüyse her şey kötü oluyor. İttihatçı = hayatları pahasına dayanışma içinde olan yoldaşlar topluluğu
Çanakkale Savaşında İngilizlerin en büyük başarısı son derece organize ve etkin bir tahliye (ricat) yapabilmeleridir. İngiltere I.Dünya Savaşı haricinde kesintisiz 4 yıl süren hiç bir savaş yaşamamıştır. Bu savaş bizim için 10 yıl sürmüştür!
Kutu'l Amare Zaferi yeterince vurgulanmamıştır. Basra civarındadır, İngilizleri yendiğimiz bir savaştır, Arapların bizim aleyhimizde davranmadıkları bir vakadır. Osmanlı kurmayı emsal Avrupalılara göre çok tecrübeli, çok lisan konuşan, çok donanımlı bir zümreydi. Mustafa Kemal böylesine kaliteli bir zümre içinde sivrilecek kadar iyiydi. Çanakkale ve Kutu'l Amare İngilizlerin I.Dünya Savaşındaki yegane yenilgileridir, Türk aleyhtarı görüşün nüvesidir.
I.Dünya Savaşı toplumsal dengeleri bozdu, işçi sınıfının kızgınlığı Rusya'da Ekim Devrimin, getirdi, Almanya - İtalya' da faşist hükümetlere yol verdi. Türkiye bu savaşta emperyalistlerin taleplerine HAYIR diyen tek ülkedir. Örgütlenme alışkanlığı ve enerjisi yüksek toplumlara konumları ve durumları ne olursa olsun karşı çıkmak veya zor zamanda daha fazla ezmeye kalkmak akıllı bir politika değildir - Muharrem İnce ve Ekrem İmamoğlu ile başlayan yeni dalgayı hatırlayın :)
Eski Yunan-Roma medeniyetinde meclis vardı ama gerek görüldüğünde yetkisini fevkalade yetkili memurlara verebilirdi, bu memurlara "diktatör" denirdi! Venedik' te bu memur "doce", Polonya' da "kral" adını alırdı. Bugün negatif bir anlam yüklüdür.
Fransız Devrimi ve Sovyet Devrimi sonrası oluşan meclislerde ihtilal değil korku birleştirici unsurdu. 23 Nisan 1920 meclisinin ruhu bunlardan ayrılır, her görüşten mebus ortak "yurdun işgalden kurtulması" temasıyla birleşmiştir. Devlette devamlılık esasıyla 1876 Anayasası yürürlükte tutuldu, ihtiyaç nedeniyle 1921 de ilave bir anayasa hazırlanarak "ikili anayasa" içeren bir döneme girildi. 1924 yılında cumhuriyeti belgeleyen tek metinde birleşildi.
1924 aynı zamanda mübadele yılıdır. Her mübadele (nüfus değişimi) genelde büyük bir dramdır, yaradır ve izi kalır. Mübadele iki taraflı bir anlaşmadır, tek taraflı olmaz. Dünyada hiçbir göçmen geldiği memleketi tamamen sevemez, eskisini özlemeye devam eder. Kendisine verilenler ilk anda durumunu düzeltemez. Bu bir genel vakıadır. Ancak bu mübadele Türk-Yunan değil, Müslüman-Ortodoks değişimiydi. Bu hareket yığınları mutsuz ettiği gibi Anadolu'nun zanaatkar bir zümresinin de kaybına yol açtı.
Osmanlı geleneğinde padişahın erkek soyunun üyeleri hanedandır, bunların evlendikleri kadın ve erkekler mensuptur. Hilafet ruhani değil dünyevi bir makamdır, iktidar gerektirir. 1924 yılında hilafet kaldırıldı, geri dönüşü yoktur, bugünün İslam aleminde tamamını kontrol altında tutacak bir iktidar söz konusu değildir.
Latin harflerinin kabul edildiği ilk Müslüman toplum biz değiliz, ilki Arnavutlardır. İlk Türk cumhuriyeti de Azerbeycan' dır. Türk Diili bilinen 1500 yıllık edebi tarihinde dört adet esas, üç adet yardımcı alfabeyle yazıldı. Yani devlet olarak Göktürk, Uygur, Arap, Latin alfabesi kullanıldı, en az uyum sağlayanı Arap alfabesiydi.
Bu ülkede 60 yıl kesintisiz seçim yapıldı, çoğunluk sisteminden nispi temsile, açık oy ve gizli sayımdan gizli oy ve açık sayıma kadar türlü değişiklik yapıldı. CHP ve DP aslında aynı kökten geliyordu, yöneticileri aynı zihniyetteydi. İmam Hatipleri CHP açmıştı. DP giderek totaliter bir hal aldığında 1960 ihtilali geldi, bu ihtilal emir-komuta zincirinde değildi, sonrakilere benzemeyecekti. 1961 anayasası için referandumda İzmir başta olmak üzere bazı yerlerde hayır oyu verildi ama yine de %60 civarında oyla kabul edildi. Aslında 1924 anayasasını muhafaza edip bazı düzenlemeler yapmak gerekirken artık anayasanın değiştirilmesi dönemi başlamıştı.
Bazılarının sandığı gibi Avrupa Türkiye' yi dışlamıyor, geleceğin Türkiyesiz olmayacağını biliyor, ancak pazarlıkta bedeli yükseltmeye çalışıyor. 1974 te Yunanistan' ın başvurduğu esnada Türkiye de başvursaydı Yunanistan birliğe giremeyecek ve veto sıkıntısı yaşanmayacaktı. Bu sadece Ecevit' in seçimi değildir, iş dünyası - diplomatlar - aydınlar hep olumsuz bakmışlardı. Etnisite konusu Türkiye'de bilimsel olarak incelenmeli, geleceğe hazırlık yapılmalıdır. Diplomatik kadroların genel donanımı, özelde tarih bilgisi zayıftır. En büyük sermayemiz genç nüfusumuzdur, kıymeti bilinmeli ve iyi değerlendirilmelidir. Hristiyan olmasına rağmen Doğu Avrupa ve Balkanlar hala Avrupa' da üvey konumdadır. Avrupa değişiyor ve artık sandığımız kadar insancıl, üniversalist falan değil.
Friedman değişim için en büyük engelimizin iç yapımız olduğunu söylüyor. asıl engel kültürel yapılanmadır. Politika tabanda ekonomik tavanda kültürel oluşumlarla yaşıyor, birbirlerinden koptuklarında toplum sıkıntıya düşüyor. Kültürel dönüşüm eğitimle ve tutarlı davranışla başlıyor, uzun zaman alıyor. Bizdeki Milli Eğitim Bakanlığı uygulamaları maalesef umut vermiyor. Benzer şekilde önemli diğer iki bakanlık Dış İşleri ve Maliyedir, bu kurumlar inanç değil liyaket-donanımla kadrolaşmalıydı.
Ekümenik, dünyanın yaşanılan parçası demektir. Ekümenik tek tanrılı dinlerden sadece Yahudilikte bir iddia değildir, Yahudi doğulur sonradan olunmaz (türlü zorluk var). Vatikan dahi Fener ile bu konuda artık tartışmıyor. Vatikanın örgütlenmesi, arşivi, sistematiği iyidir, yararlanılması gerekir. Muhafazakar Hristiyanlar Müslümanlara ilgi gösterebilir; Türk ise onların gözünde militan (Mehmet Ali Ağca, savaşlardaki üstünlük vb) ve çekinilecek bir Müslümandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder