Birinci Sanayi Devrimiyle birlikte dünyada ekonomi canlandı. Talep, o günün üretim kapasitesinin çok üzerindeydi. Ne kadar kötü veya pahalı veya verimsiz bile olsa üretilen her mal için bir müşteri bulunabiliyordu. Büyük oyuncular için sermaye birikimi başlamıştı.
Bu dönemin şartlarında Maliyet + Kâr = Fiyat olarak ifade ediliyordu. Dolayısıyla daha çok kazanmak için ya fiyatı yükseltmeli ya da birim maliyeti düşürmeliydiniz. Fiyat artınca talepte düşüş riski vardı, maliyeti düşürmeye çalışmak daha uygundu. Bugün bile etkileri devam eden tasarruf (Cost Reduction) eğilimi başlamıştı. Firmalarda dikey entegrasyon vardı (Ford gibi), ölçek ekonomisi kavramı fark edilmişti. Daha büyük miktarlarla üretince birim maliyet düşüyordu. O zamanın piyasasında işçilik parça başı ödeniyordu, işletmeler %95 mavi yakalıydı, dolaylı giderlerin payı çok azdı ve bu giderler ürünlerin işçilik süresine oranlanarak dağıtılabiliyordu. Payları düşük olduğu için hata riski azdı. Üretilen mallarla satılan mallar hâlâ denkti, stok oluşmuyordu.
Ticari borsalar belirmeye başlayınca hissedarları doğru bilgilendirmek amacıyla ABD hükümeti GAAP olarak bilinen dışardaki yatırımcılara yönelik ve geçmiş dönemi standart kurallarla raporlayan bir muhasebe yöntemi geliştirdi. Bu yöntem Tek Düzen Hesap Planı olarak bugün ülkemizde de hâlâ resmi muhasebe sistemidir. Bu sistem stok yapacak kadar büyümeyi özendirdi, stoklar bilançonun aktif kısmındaydı, nakit gibi yorumlanıyordu ve gelir tablosunda sadece dönemsel olarak satılan malların maliyeti yazıldığı için firmaların kârları olduğundan daha iyi görünüyordu. artan üretim kapasitesi artık talebe yaklaşmıştı. Üstelik bu yöntem birim maliyet (unit cost) fikrini de destekliyordu. Stok iyiydi, fiilen gerekenden fazlasını satın almak, üretmek hem birim maliyeti düşürüyor hem de kârı artırıyordu.
Böylece daha büyük partilerle satın almaya, alırken miktar iskontosu istemeye ve vermeye alıştık. Üretime daha büyük partilerle girdik, çeşitlilik çok kısıtlı olduğu için müşteriler olası gecikmeleri henüz fark etmemişlerdi. Dağıtırken de kamyon dolusu olmadan sevk etmedik, ürün başına taşıma maliyetini düşürmek istedik. A ürününde ihtiyaçtan fazlasını yapmak için üretim kaynaklarını meşgul tutarken aslında istenen B ürününü yapamıyorduk. Müşteriler ürünü bulamayınca çare olarak partileri daha da büyüttük, daha çok stok yaptık. Birim maliyetimiz daha da düşmüştü ama talep olmayan mallar satılmadığı için nakit sıkıntısı başlamıştı. Ekonomik Sipariş Miktarı (EOQ), satış tahminleri (forecasting), Malzeme İhtiyaç Planlaması (MRP) bu dönemde ortaya çıktı.
Birim maliyet ile karar verirken stratejik iş bütünlüğü kayboldu. Firmalar temel ve özgün yeteneklerini daha ucuz sandıkları taşeronlara iş vererek körelttiler. GM ile dikey entegrasyon bitti, kâr merkezleri kurgusu geldi. Böylece transfer fiyatları (transfer pricing) hayatımıza girdi. Firmanın kaynakları atıl kalırken dışarıda iş yaptırıp para ödeme dönemi başladı. Atıl kaynaklar israftı ve kapatıldılar. Bir zaman sonra daha ucuz ithal kaynaklar içeridekilerin yerine geçmeye başladı. Transfer fiyatları ve sanal kâr/zarar tabloları işletmenin tamamı için bir fayda sağlamadığı halde ayrı ayrı merkezlerde prim kazancı bile doğurabiliyordu. Ürünler çeşitlenmeye başladı, büyük partilerle çalışmak artık müşterinin tepkisini çekmeye başlamıştı.
Firmalar üretime devam edebilmek için stoklarını bayilerine "ittiler". Bayilerin yerleri ve paraları tükenince alımları da durdu. Üstelik artık pazar hızla değişiyordu ve satış kanalları eski ürünlerle tıkalı olduğu için yenilik yapılsa bile pazara ulaşmak zaman alıyordu, gecikiyordu. Kamçı etkisi küçük talep dalgalanmalarını çok katmanlı ve çok süreçli MRP boyunca geriye doğru artırarak taşıdı. Tahminler tutmadı. Stoklar hâlâ bilançonun aktifindeydi ama artık "kötüydüler". Yöneticilerin kafaları karışmaya başlamıştı. artık Kâr = Fiyat - Maliyetti. Tek tek ürünler değil, firma toplamı önemliydi.
Toparlayalım. Bir yılan düşünün, önüne çıkan fareyi bir çırpıda ağzına atmış olsun. Görüntüyü zihninizde canlandırın. Fare yılanın ağzından kuyruğuna doğru giderken yavaşça sindirilip küçülecektir ama yol boyunca yılanın düz gövdesinde büyük bir şişkinlik olarak ilerleyecektir. Yaşanan budur.
Birim maliyet sanaldır, eski paradigma ürünü bir fikirdir.
Bugün geçerli olan çeviklik ve uyanıklıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder