İnsanlar...
Yoksulluk hissedilir boyutta
ancak hayata küskün değiller. Çok sevindiklerinde veya kızdıklarında yüksek
sesle reaksiyon veriyorlar. Kadınlar için tek korunma/savunma aracı avazı
çıktığı kadar bağırmak… Yeni mağaza açılışlarında veya apartmandan biri
evleniyorken civarı ışıklarla süslüyorlar. Yol kenarlarına kalp şeklinde ışıklı
panolar yerleştirip isimlerini yazdırıyorlar. Her şeyin cayırtılısı daha makbul.
Bir trafik kazasından sonra
bacağından operasyon geçiren beyaz tenli, mavi gözlü, Arapça-İngilizce-Almanca
konuşan modern bir arkadaşım var. Taburcu olurken bir ayağının dışa baktığını
fark ediyor, doktoru bunu “olağan” karşılayınca 8 ayrı doktora görünüyor ve her
biri başka bir şey diyerek tekrar ameliyat önerince soluğu Almanya’da alıyor.
Almanya’da 4 ayrı doktora görünüyor ve dördü de aynı gerekçeyle “ameliyat
gerekmez, bununla yaşamaya alışmalısın” diyor. Kimi zaman coğrafya gerçekten
kaderimiz oluyor.
Sinemanın fuayesi, salonu,
ses-görüntü sistemleri son derece düzgün ama tuhaf şekilde salona tek başınıza
giremiyorsunuz, bir teşrifatçı size yerinizi gösterinceye kadar girişte
bekliyorsunuz, bahşiş gerekmiyor. Fast Food tarzı lokantalarda elle yemek yerken
eliniz kirlenmesin diye poşet eldiven veriyorlar, bir sıra numarası alıp
masanıza gidiyorsunuz, sipariş hazır olunca biri getiriyor. Nargile salonları
çok popüler, önce dev ekranda canlı Kâbe seyrediliyor, bir zaman sonra futbol
maçına değişiyor. Nargileyle birlikte servis edilenler çeşitli sertlikte tütün
hatta daha ağır otlar olabiliyor.
Başı açık olanlar var, bizdeki
gibi kapalı olanlar var, çarşaflı olanlar hatta peçe takanlar, eldiven
kullananlar dahi var. Kadın bant ustaları, departman amirleri, beyaz yakalı
yöneticiler var. Kahire havaalanında İstanbul uçuşu için sıradayken gelen görevli
sırayı kadın-erkek olarak ikiye ayırdı ve kadınların tamamı girene kadar
erkekleri bekletti. Ülkedeki Hıristiyan nüfusun kiliseleri güzel ve bakımlı.
Kilise ve camilerin taş işçiliği güzel.
Biz, takvayı kul ile Allah
arasında biliriz ama burada bunun bile gösterişi var. Seccadeye taş koyarak
alnında yara izi yapan ve bu izle gurur duyanlar var. Umreye giderken Kahire
Havaalanının tuvaletinde soyunarak ihrama girmeye çalışanlar var. Cuma namaz
saatinde kalabalık cemaat olması güzel ancak anlayamadığım bir sebeple çok
bağırtı var. İşyerindeki masalarda, arabalarda her yerde Kur’an var, sürekli
Kur’an okunuyor ancak sıradan insanların günlük Arapça seviyesinin Kur’an’ı
anlamaya yetmediği söyleniyor.
Trafik...
Afrika’dan Asya kıtasına
feribotla geçiş ücretsiz. İstanbul Boğazına göre daha kısa bir mesafe. Etrafta
en çok Çin, Kore, Japon arabası görüyorum. Arabaların, özellikle taksilerin çok
büyük kısmı Hyundai ve olağanüstü eski, bakımsız halde. Taksimetre uygulaması
yok. Kabaca şehrin tamamında tek bir indi-bindi parası var, bize göre fiyat
uygun. Avrupa’dan gelen ikinci el arabalar burada satılıyor, Alman plakalarının
üzerine Mısır plakası çakılıyor. Ancak lüks Avrupa arabaları da oldukça çok.
Servis ve yedek parça kolaylığı nedeniyle uzak doğu arabaları hala daha
mantıklı görünüyor.
Motora binenlerin, polisler de
dahil, hiçbirinde kask göremedim. Hiçbir koruyucu ekipman kullanılmıyor. Motor
kullanırken sürekli telefonla konuşan, kahve içen, sigara içen, arkasındaki iki
artçıya bakarak sohbet eden sürücüler var. Motorlar eskimesin diye her yerini
naylonla sarıp sarmalıyorlar. Bazı motorlarda plaka yok, kaçak girdiği
söyleniyor ama motora hırsız alarmı takılmış! Bu arada alenen yaşlı diyeceğim
insanları bisiklete binerken görmek keyif verici.
Geceleri far açmayan çok
sayıda sürücü var. Otoyolda HGS tarzı bir sistem yok, Kahire’den Port Said’e
giderken defalarca gişeye girip nakit para ödüyorsunuz, bozuk para
bekliyorsunuz. Kamyonlar için bariyerle en sağda iki şerit ayrılmış. Kamyonlar
da geceleri uzay gemisi gibi rengarenk ışıklanıyor.
Devlet bir gece ansızın
engelli plakalarla ilgili teşvik düzenlemesini değiştiriyor. Serbest bölgede
bekleyen yüzlerce araç ortaya çıkıyor, araçların değeri yarıya düşünce devletin
bunları satın aldığı ve tam fiyatla millileştireceği iddia ediliyor. Sahil
boyunca kupon arsa ve binaların ordu eliyle düzenlendiği söyleniyor. Bütün
bunlar şehir efsanesi tadında konuşuluyor, bu tarz dedikodu çok yaygın…
Çalışanlar...
Bizdeki gibi aynı anda üç iş yapayım,
telefona da bakayım, eposta da takip edeyim gibi bir telaş yok, her seferinde
sadece tek bir iş yapılıyor, konuşurken mutlak göz teması var, yan tarafta
dünya yıkılsa dönüp bakmıyorlar. 15:30 da gün bitiyor, Cuma günü telefonlar
bile neredeyse kapalı oluyor.
İş kanununu henüz İngilizce
olarak bulamadım. İşten çıkarmanın zor veya pahalı olduğunu anlıyorum. Belki de
serbest bölgedeki teşvik mevzuatı nedeniyle belirli bir sayının altına düşmek
istemiyorlar. Sonuçta memnun olmadığınız bir çalışan için genellikle sineye
çekmeniz gerekiyor, şanslıysanız başka bir işletmeye devrini
sağlayabiliyorsunuz. İstifa edip gitmek mümkün değil, mutlaka eski
işvereninizden bonservis almanız isteniyor. Patronun kendine biçtiği rol
“ailenin babası” şeklinde, kendini onların babası olarak görüyor, Türkiye’de
görmediğim ölçüde vicdanlı bir davranış kalıbı var.
Çalışanlar için bizdeki gibi
servis ve ücretsiz yemek uygulaması yok. 30 dakika ara dinlenme içinde
sokaklara doluşan seyyar satıcılarından sağlıksız atıştırmalık alıyor veya
evden getirdiği bir lokmayı yiyorlar. Bunun için de belirli bir yer çoğu
fabrikada yok, sokaklarda yere oturup, arabaların üzerini masa gibi kullanıp
yaşamaya çalışıyorlar, çok üzücü.
Bu noktada Avrupa-ABD
markalarının sürdürülebilirlik masallarının gerçek yüzünü görüyorum, hiç
kimsenin bu ihtiyaç sahibi insanları umursadığı yok! Bengal işçiler var, bir
yerlerde yurtta kaldıkları söyleniyor, yabancı markaların bunu görmezden
geliyor!
Çalışanların para
kazanabilmesi (ve elbette daha fazla üretim) için düzenli fazla mesai
yapılıyor, kadınlar 19:00 erkekler 23:00 paydos ediyor. Fazla mesai saatlerinde
neredeyse hiç amir yok, bana kalırsa makul bir çalışma da yok ama mesai
yapılmadığı takdirde erkeklerin başka bir firmada ikinci vardiyada çalışmaya
başladıkları söyleniyor. Başka bir ifadeyle çalışanınızı kaybetmemek için
yorgunluktan bayılana kadar çalıştırmanız gerekiyor! Büyük markalar ellerini
taşın altına koyup “asgari DEĞİL, yaşanabilir ücret” için öncülük etmeliler.
Daha fazla para vermenin bir
diğer yolu da dar bir iş tanımı vererek her türlü ilave iş için “bahşiş =
bonus” adı altında keyfi ödeme yapmakmış. Böylece ahlak çöküyor ve müdürlerin
eline bakan, sadık fanatikleri oluyor, çete gibi hareket etmeye meyilli
oluyorlar.
Daha fazla para vermenin bir
diğer yolu da yapamayacağını bilsen dahi verilen ilave sorumlulukları kabul
etmekmiş. Bir zaman sonra yapamadığınız belli oluyor ve ilave sorumluluğu
sizden geri alıyorlar fakat sorumlulukla birlikte gelen ilave ödeme sizde kalıyor.
Şimdi daha az çalışacak, daha az dertlenecek ve eskisi kadar çok para
alacaksınız!
Burada neredeyse herkes müdür,
genel müdür… Biri kendini tanıtırken falanca firmanın leke temizlik odalarının
genel müdürü diyebiliyor, çoğu zaman “senin bir adın yok mu?” demek zorunda
kalıyorum. Bana da sürekli “senin görevin ne? Sen kimsin?” soruları geliyor,
“ben hiç kimseyim, sadece Utkan” cevabını yetersiz buluyorlar. Bunun birilerine
daha yüksek ücret verebilmek için kullanılan bir yöntem olduğunu öğrendim.
Bir diğer yöntem de patrona
söylemeden, gizlice, bir iki arkadaşın bir araya gelerek serbest bölge içinde
bir yerde küçük bir dikim, yıkama, ütü-paket açmasıymış.
Devletin artan liman
yatırımları ithalat – ihracatı kolaylaştırmış. Yine de mevzuat yükü nedeniyle
parası ödenmiş bir konteyner dolusu makinayı bir aydır İstanbul’dan hareket
ettiremedik.
Küresel dünyada Trump’ın
Meksika’dan ithalata 25 puan ek vergi koyması Türkiye’de hiçbir anlam
taşımıyorken, Mısır’da ilave kapasite için yarışma başlıyor.
Her gün yeni bir macera…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder