9 Ağustos 2014 Cumartesi

2003 yılında AB ve verim ilişkisi hakkında düşündüklerim...

AB YE GİDEN YOL VERİMDEN GEÇİYOR… NEDEN VE NASIL?
1993 yılında AB ye girişte konu edilen Kopenhag Kriterlerinde üç temel madde vardır:
  • Tam Demokrasi
  • AB Mevzuatına Uyum
  • Avrupa Rekabetine Dayanıklılık
Maalesef bu son maddenin üzerinde hiç durulmamaktadır ve artık son düzlüğe girerken sadece ayakta kalabilmek için değil, AB ye girebilmek için de rekabetçi ve verimli olmalıyız.
2001 yılında Katılım Ortaklığı Belgesinde kısa vadeli öncelik olarak ekonomik ölçütler bölümü altında belirli sektörlerde (gıda, ilaç, kozmetik, tekstil) mevzuata hızlı uyum beklenmektedir.
Bunlara ek olarak 2005 yılında başlayacak olan Serbest Ticaret dönemi hız, maliyet, kalite düzleminde yıkıcı bir değişim yaratacaktır.

16/07/04, Hürriyet, Vahap Munyar yazısında TOBB Başkan Vekili, K.Maraş Ticaret ve Sanayi odası Başkanı, Nazar Tekstil’in sahibi olan Mehmet Balduk’un “Artık dönem uygun fiyat, uygun kaliteyi tutturunca dünyanın her yanına mal satma dönemi” sözlerine yer veriyor. Mehmet Balduk’un sektörün geleceğine yönelik endişesi konfeksiyon özelindedir, çünkü Çin, dünyada satılan konfeksiyon makinalarının %80 ini tek başına almaktadır. Çin yüksek katma değeri ülkesinde tutmayı hedeflemektedir. Rekabet konfeksiyonda yıkıcı olacaktır.

25/07/04, Hürriyet, Ercan Kumcu “Küresel bazda en rekabetçi olan ve buna karşılık da rekabetin engellendiği en büyük sektör olarak” tekstili göstermektedir. Tekstil batıdan doğuya doğru kaymaktadır. Doğunun kültürel alt yapısı artan rekabeti ve verim ihtiyacını anlamaya çok uygun değildir, zorluklar kaçınılmazdır. 2005 yılında bu eğilim hızlanacaktır. Ercan Kumcu’nun dediği gibi “böylece rekabet, rekabetten hoşlanmayan doğuya gitmektedir.”.

01/08/04, Milliyet, Bülent Yardımcı tamamen farklı bir sektörde, tarımda, verimli çalışma konusunda şunları söylemektedir: “Hassas tarım bir tarlanın verimli ve verimsiz noktalarının belirlenmesine dayanıyor. Verimsiz alanlarda verimsizliğin nedenleri araştırılıyor”. Eğer tarlayı fabrika ve her dönümlük alanı fabrikanın bantları (ya da bantlar ve bantlardaki elemanlar-sistemin unsurları) olarak düşünürsek şaşırtıcı benzerliği fark ederiz.

07/11/04, Hürriyet, Cüneyt Uzunoğulları “Türkiye’de işletmelerin %95 i KOBİ sınıfında ama bunlar AB ayarında değil, onlarınkinin yaklaşık 1/5 ölçeğindeler. Sermaye birikimi yok, bir araya gelememiş, rekabete hazır değil, sadece ucuz işgücü ile varlığını sürdürüyor.” demektedir. Serbest Ticaret en çok KOBİ lere zarar verecektir. Sektör çok kırılgandır. Cüneyt Uzunoğulları’na göre“Kalite ve verim salt ucuzluğun önüne geçiyor. Daha teknik çalışılıp, daha az emekle daha çok üretmemiz gereken bir döneme giriyoruz. Hepimizin kendimize çeki düzen vermesi gerekecek”tir.

Ekim 2004, Executive Excellence, Marshall Goldsmith yapılması gerekeni kısaca özetliyor: “Hiç birimiz geçmişimizi değiştiremeyiz, yapabileceğimiz tek şey geleceğimizi değiştirmektir”. Geçen on yıla hayıflanmayı bırakmalı ve geleceğimize AB yönünde bir şekil vermek için çalışmalıyız.

Haziran 2001, Werner Stengg imzalı AB’ de Tekstil ve Hazır Giyim Endüstrisi başlıklı araştırma raporuna göre:
  • “Avrupanın rekabetçiliği yüksek verime ve yenilik, kalite, yaratıcılık, tasarım, moda üstünlüğüne dayalıdır” . Başka bir ifadeyle markalaşmak bir çıkış yolu gibi görünse de tüm sektörün markalaşması mümkün değildir. Sanayimizin bu seviyede rekabeti taşıyacak verime ulaşması gerekmektedir.

  • “Avrupanın 2001 yılında ortalama verimi konfeksiyonda %46, tekstilde %66 olmuştur. Konfeksiyon verimi her yıl %3 civarında artmaktadır.” 2004 yılında ulaşılan verim %55 civarında olacaktır. Bu bizim için alt seviye olmalıdır. Çinin ucuz işçilik maliyeti ve görece düşük verimi ancak bu sayede aşılabilir.

  • “Gelişmekte olan ülkeler ucuz işgücü, modern tekstil makinaları ve gelişmiş ülkelerden ithal ettikleri know-how ile tekstilde rekabetçi olmuşlardır”. Çinin yüklü miktarda yeni konfeksiyon makinası aldığını, ABD nin peşinden en çok yabancı yatırım toplayan ülkelerden biri olduğunu, AB nin en büyük konfeksiyon tedarikçisi olduğunu (1990 da %14,6 olan payı 1998 de %23,7 ye yükseliyor) düşünürsek durumun vehameti anlaşılacaktır. Türkiye’nin elbette şansı vardır ama artık devir değişmiştir, iş yapma alışkanlıklarımızın da kökten değişmesi gerekmektedir.

  • “İşçilik maliyeti Almanya’da 18 USD/saat iken, Romanya’da 1,04 USD/saat, Polonya’da 2,77 USD/saat, Vietnem’da 0,22 USD/saat ve Çin’de 0,43 USD/saattir, büyük farklar vardır”. Bu nedenle tekstil üretimi doğuya kaymaktadır. Rekabeti ağırlaştıran bir diğer unsur çalışma hayatıyla ilgili kurallar bütünü, davranış kodlarıdır. Bu kurallar artık fiilen ciddi bir konfeksiyon üretimini temsil etmeyen batılı ülkelerce, doğulu üreticilerden istenen şartları içerir. Yeterli kontrol / denetim sağlanamadığında haksız rekabete yol açar.

  • Bununla birlikte saat ücreti karşılaştırma için yeterli değildir, verimle ilişkilendirilmelidir. “Bir Hintli işçi Avrupalı emsalinden %10 daha az üretiyorken bile eğer %10 dan daha fazla ucuzsa hala daha verimli sayılabilir” Raporda ayrıca bu gözle Türkiye’nin durumu da değerlendiriliyor:“Türkiye bu açıdan Avrupanın en verimli ülkesidir. Türkiye’de üretkenlik 24.192 USD/adam ve işçilik 12,13 USD/saat iken Almanya’da üretkenlik 43.816 USD/adam ve işçilik 23 USD/saat seviyesindedir”. Başka bir ifadeyle birim zamanda daha çok iş yapmak bile yüksek maliyetleri karşılayamaz.

  • “Avrupanın yüksek maliyetle rekabetçi kalabilmesinin sınırları vardır; çünkü yüksek teknoloji ve modern yönetim teknikleri düşük işçilik ücretli ülkelere hızla yayılmaktadır. Çok uluslu şirketler bu transferi hızlandırmaktadır. Avrupanın rekabetteki şansı başka yerde olmadığı kadar iyi ve kaliteli üründür”. Yakın zamanda yaşananlar, artan kalite beklentisi, daha hızlı değişen moda, teknik tekstil ürünlerinin yükselişi, sadece lisans sahipleriyle üretim ilişkisi gibi konular bu tavrı doğrulamaktadır.

  • “Avrupa ya pahallı ve iyi olarak Avrupa’da kalacak, ya nispeten ucuz ve nispeten iyi olarak Akdeniz bölgesinde yerleşecek, ya da çok ucuz ve sıradan olarak Çin bazına geçecektir”. Raporda tarif edilen stratejiyi daha iyi anlamak için bir İngiliz Departman Mağazacılık devi olan Marks&Spencer’ ı inceleyelim:

    Son derece köklü ve İngiltere ile özdeşleşmiş bu firmanın kendi üretimi yoktur, sadece mağazacılık yapar. Mağazada satılan ürünler Malatya kayısısından gelinliğe, mobilyadan sandviçe kadar çeşitlilik gösterir ve hepsi kendi markası altında satılır. Bu ürünlerin 1998 yılında %100 ü İngiltere üretimiyken bu oran 1999 yılında %75 e, 2000 yılında %25 e, 2004 yılındaysa %5 e düşmüştür. Üretim İngiltere dışına kayarken bundan aslan payını %73 ile Avrupa ve Kuzey Afrika bölgesi almıştır! Üretimin %15 i Yakın Doğuya, %12 si de Uzak Doğuya gitmiştir. Hatta 2003 yılında Marks&Spencer tedarikçileri arasında kumaş için Türkiye %16 ile birinci ülke olmuştur. Konfeksiyon tedarikindeyse Türkiye, Fa'stan sonra %13 ile ikinci ülkedir ama Fas’ta kumaş üretimi neredeyse yoktur. Türkiye kumaştan aksesuara, çoraptan cekete, pamukludan sentetiğe, örgüden dokumaya tam entegredir, modaya yakındır…. 

    Dahası 25/09/04, Hürriyet, Ayten Serin haberinde “Marks&Spencer tarz değiştiriyor, Limited Collection’ da her üründen 8-10 adet var, mağazada 4-5 hafta kalıyor. Siparişler küçülüyor ve hızlanıyor” demektedir. 

    Marks&Spencer, Autograph lansmanıyla da daha pahallı ve daha özgün / güzel ürünlere yönelmektedir.

    Görüldüğü gibi Avrupanın en büyük alıcılarından biri olan Marks&Spencer da bu raporda söz edilen stratejiye uygun davranmaktadır. 
Dolayısıyla bu stratejinin can damarında duran Türkiye’nin entegre ve nitelikli tekstil altyapısı, seneler öncesine dayanan iyi müşteri ilişkileri, genç ve nitelikli işgücü, yüksek ve güncel teknolojisi, Avrupaya yakınlığı (Akdeniz bölgesinde), fiyat konusunda Avrupa ve Çinin arasında kalması, iyi kalitesi, AB ye olan yönelimi ile çok ciddi bir şansı vardır. Devlet - sanayici - sendika - işçi olarak birlikte uygun bir strateji seçilmeli ve uygulanmalıdır.
Bu dönemin anahtarı endüstriyel ilişkiler olacaktır. Alışageldiğimizden farklı olarak Japon tarzında sendikacılık gerekebilecektir. İşverenlerin verimi arttırıcı yatırımlar yapmaları kaçınılmazdır. Artık açık kalabilmek ve daha iyi şartlarla yaşayabilmek için sadece istemek yetmeyecek, katkıda bulunmak gerekecektir. Daha verimli ve daha kaliteli olmaktan başka çıkar yol yoktur. Böylece;
  • Kopenhag Kriteri-Avrupa rekabetine dayanıklılık sağlanacaktır.
  • Müşterinin daha ucuz mal talebi karşılanacaktır.
  • Daha hızlı mal teslimiyle birlikte daha çok sipariş alınabilecektir.
  • Artan verimle yaratılan değer, performans tabanlı ücret sistemleri aracılığıyla, çalışanlarla paylaşılabilecek ve daha iyi şartlar sağlanabilecektir.
  • İstihdam korunabilecektir.
  • Ülkeye döviz girişi devam edecektir.
  • Yeni üretim sistemleri ülkede yaygınlaşacaktır.
İkinci Dünya Savaşından bu yana elektronikten otomotive bir çok sektörde çok büyük sıçrama olmuştur. Ancak dikiş makinalarının temel yapısı pek değişmemiştir. Farkı yaratacak olan çalışanın motivasyonu ve üretim sisteminin kalitesidir.

24/07/04, Milliyet, Faik Öztrak yazısında “dünyada verimlilik ve istihdam artışını birlikte gerçekleştirebilen ülkelerin sürdürülebilir yüksek büyüme hızlarına ulaşabildiği görülüyor. 2002-2003 döneminde verimde gözlenen artış maalesef saat başı reel TL ücretlerine olumlu yansımamıştır ama USD olarak bakıldığındaysa ciddi bir artışa vardır. İstihdam gerilemiştir”demektedir. Aşırı değerlenen döviz kurları önemli bir faktördür. Ama daha önemlisi konfeksiyon sanayimizin ücret yapısı değer yaratıp paylaşmaya uygun değildir. Bu nedenle yaratılan değer çalışanlara ulaşamamıştır, paylaşılamamıştır.

2002, İş Güç Dergisi, Cilt 4, Sayı 1 de, Öğr.Gör. Gül Uysal üretimde verimlilik için “teknolojiden yararlanmaya, çalışanların yeteneklerine, çabalarına olduğu kadar örgütün yönetim anlayışına da bağlıdır” yorumunu yapmaktadır. Verim için yatırım yapan, üretim sistemini çağa uyduran, kazandıklarını paylaşmak isteyen bir yönetim anlayışı ve endüstriyel ilişki gerekmektedir.

2001, İş Güç Dergisi, Cilt 3, Sayı 1 de, Arş.Gör. Burcu Kümbül, performansa dayalı ücret sistemlerini“çalışanlar açısından adaleti sağlar, motivasyon ve teşvik aracıdır, işgücü devrini / devamsızlığı azaltır. Örgüt açısından rekabet gücünü, karlılığı, verimi, esnekliği arttırır, yeni yönetim teknikleriyle uyumludur” şeklinde değerlendirmektedir.

2003, İş Güç Dergisi, Cilt 5, Sayı 1 de Öğr.Gör. Gizem Akalp performansa dair çekinceyi “eğer performans değerleme sistemi yetersiz ve subjektifse olumsuz sonuçlara yol açar. Takım performansına dayalı ücretlendirme daha yaygın hale gelmektedir” olarak belirlemiştir. Bu konuda bilimsel dayanak bulunabilir ve anlaşılabilirse endüstriyel ilişkiler düzene sokulabilir. ILO tarafından endüstriyel standart olarak benimsenen Önceden Belirlenmiş Zamanlar Sistemi olan GSD bu konuda iyi bir seçenektir. Takım performansı Toplam Kalite Yönetimi gibi diğer tekniklerle uyumludur ama bizim kültürümüzde yeterince anlaşılamamaktadır.

12/09/04, HR Performans Yönetimi Zirvesinde, Prometheus adına konuşan Yücel Atış, Fortune dergisinin en iyi 100 şirketi ile ilgili olarak “bakıldığında performansın düzenli takip edildiği görülür”demektedir. Bu bir hayat tarzıdır, ölçmeden anlayamaz, karşılaştıramaz ve yönetemezsiniz.

Ege Üniversitesi Tekstil Mühendisliği Bölümünden Doç.Dr. Turan Atılgan’ın performansla ilgili görüşleri ve önerileri şöyledir:
  • Bu sistemler işletmelerimizi rekabetçi yapar.
  • Sanayici, devlet ve çalışana düşen görev verimlilik artışının toplumsal ve ekonomik kalkınmadaki önemi konusunda genel bir bilincin oluşmasını ve toplumun tüm birimlerinde bir verimlilik kültürünün oluşmasını sağlamaktır. Ülke çapında verimlilik eğitiminin örgütlenmesi gibi önemli bir görevden sorumlu bir kurum olmalıdır. Bu türden eğitim sürekli olarak verilmeli, kampanyalar düzenlenmelidir.
  • Ülke ihracatında önemli bir pay sahibi olan konfeksiyon sektörü de kendi önem ve büyüklüğüne uygun olacak bir değerlendirmeye işletmeler bazında derhal gitmelidir.

Türkiye’nin ihtiyacı olan bir seferberliktir, bir uyanıştır !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder